DAVET BİLİNCİ

Süleyman GÜLEK

28-03-2017 08:22


1. Davet; Anlam ve Mâhiyeti

Davet: ‘Davet’ kelimesi Arapça’da masdar olup sözlükte; çağırmak, seslenmek, nida etmek, duâ ya da bedduâ etmek, adlandırmak demektir. Ayrıca davet aynı kökten bir isim olarak, çağrı, nidâ, da’vâ, verilen söz, yemin ve ziyafet gibi anlamlara da gelir. İslâmî kavram olarak ‘davet’; İslâm’a, Allah’a ve O’na kulluğa bir çağrıyı ve İslâm’ı insanlara anlatarak benimsetmeyi ve uygulanmasını sağlamayı ifade eder. Kur'ân-ı Kerim'de davet kelimesi 6 âyette geçmekte olup, aynı kökten değişik türevleri 205 defa kullanılmıştır. Davet ve türevleri, bu âyetlerde İslâm'a ve İslâmî ilkelerin uygulanmasına çağrı yanında, Allah'a duâ/yakarış (Bakara, 2/186; Yûnus, 10/89; Ra'd, 13/14)  insanların yeniden dirilip mahşerde toplanmaları için kabirlerinden çağrılmaları (Rûm, 30/25)gibi değişik mânâlarda kullanılmıştır.

Davet; "İslâm'a ve İslâm esaslarının uygulanmasına çağrı" anlamna gelir. Kur'ân-ı Kerim'de; İslâm'a çağrı, (Saff, 61/7)imana çağrı, (Hadîd, 57/8)Allah yoluna çağrı  (Nahl, 16/125)  Allah'ın kitabına çağrı, (Âl-i İmrân, 3/23)hakka çağrı, (Ra'd, 13/14)hayra çağrı, (Âl-i İmrân, 3/104) kurtuluşa çağrı, (Mü'min, 40/41) hayat kaynağına çağrı, (Enfâl, 8/24)esenliğe/mutluluğa çağrı  (Muhammed, 47/35)  gibi mânâlara gelen ifâdeler, davetin İslâmî inanç ve değerlerin kabul edilip uygulanmasını sağlamayı hedef alan bir faâliyet olduğunu, dolayısıyla hem gayri müslimlere, hem de müslümanlara yönelik olabileceğini göstermektedir. Buna göre tebliğ, irşad, vaaz, nasihat, inzâr, tebşîr, emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker gibi terimler de sözlük anlamları itibarıyla davetten farklı olmakla birlikte, uygulama ve gâyeleri bakımından aynı veya yakın mânâları ifâde etmektedir. Bu sebeple davet ve tebliğ başta olmak üzere bu kavramlar, sık sık birbirinin yerine kullanılmıştır.1

İslâm’a davet, onun ele aldığı bütün mevzûlarda geçerlidir. İslâm’ın dünya ve âhirete dâir getirdiği esasların tümünün beşeriyete intikal ettirilmesi, davetin muhtevâsına girmektedir. Bu bakımdan İslâm davetinin geniş bir uygulama sahası ve büyük bir muhâtap kitlesi vardır. Peygamberlerin, biricik vazîfesi kılınan tebliğ, Müslümanların da en başta yapması gereken vazîfelerinden biridir. Her Müslüman gücü, bilgisi, kültürü ve bulunduğu konum nisbetinde bu vazifeyi îfâ etmek ve kendinden başlayarak ulaşabildiği insanları bilinçlendirmekle, şuurlandırmakla mesuldür

2. İslâm’da Davetin Önemi

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben müslüman­lardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?”(Fussilet, 41/33)“İşte bunun için (Allah'a) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”(Şurâ, 42/15)Bu ifadeler davetçinin davet ettiği şey ile amel etmesinin davetten bir parça olduğunu göstermektedir. Bu ayrıntılara çok dikkat etmemiz gerekmektedir. Çünkü İslâm'ın varlığını sağlayan davet olmadan İslâm’ın etkin bir şekilde varlığından bahsetmek mümkün olmaz. Hz. Peygamber (s.a.s.)’e ilk inen âyet olan “oku”(Alak, 96/1)  ifadesi ile hem kendisi hem de diğer insanlar için okuması emredilmiştir. Yine Hz. Peygamber (s.a.s.)’e inen ilk âyetlerden biri de: Kum fe enzir!“Kalk ve (insanları) uyar!”(Müddesir, 74/2) âyetidir. Rasûlullah (s.a.s.)’in İslâm'a davet etmesiyle hem İslâm hem de Rasûlullah (s.a.s.)’den sonra bu hayırlı risaleti taşıyanların en hayırlısını oluşturan ilk Müslümanlar meydanda var olmuştur. Bu ilk müslümanların davetiyle İslâm, diğer insanlara intikal etmiştir. Böylece bu güne kadar dava sürmüş ve Kıyamet gününe kadar da sürecektir.2 “İnsanlara hatırlat. Çünkü hatırlatma imanlı kimselere fayda verir.”(Zâriyât, 51/55)İnsan her zaman uyarılmaya, yol gösterilmeye muhtaçtır. İnsan öğrenmediği ve bilgilendirilmediği takdirde hata eder. Müslümanları yanlış fikirlerin etkisinden arındıran İslâm’a  davet olmadan tevhid bilinci  oluşmaz, şirkten küfürden, bid’at ve hurafelerden, haramlardan, günahlardan sakınmak mümkün olmaz. İslâm'a tabi olanların nefislerinde İslâm’ın arı ve duru olabileceği düşünülemez. İslâm'a davet olmadan İslâm'ın hayata hâkim olması düşünülemez. İslâm'a davet olmadan İslâm'ın güçlü bir şekilde dünyaya yayılması tasavvur bile edilemez İslâm'a davet ile İslâm, geçmişteki izzetine ve gücüne kavuşur. Bugün bizler buna ne kadar da muhtacız. İslâm'a davetle İslâm, tüm insanlar arasında yayılır.  Bu nedenle davet, İslâm'da önemli bir husus ve hayati bir iştir. İslâm’ın gönüllerde yer edebilmesi ve yayılması için gerekli bir unsurdur.

Davet, İslâm’ın doğuşu ile başlamıştır, birlikte yürümüştür. Allah'ın yeryüzünün tamamını yok edeceği Kıyamet gününe kadar da devam edecektir. Bu sebeple İslâm'a davet; müslümanların hayatlarında önem kazanmalı, en fazla önem verdikleri bir iş olmalıdır. Bu uğurda vakitlerini harcamalılar ve emek sarf etmelidirler. Asr Sûresinde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Asr’a yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan, ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.(Asr, 103/1-3) Demek ki, diğerleri zarardadır, ziyandadır, sonları perişanlıktır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Andolsun Biz, her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının’ (diye tebliğ etmesi için) bir Rasul gönder­dik. Böylelikle onlardan kimine Allah, hidayet verdi, onlar­dan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryü­zünde dolaşın da yalanla­yanların uğradığı sonucu gö­rün.” (Nahl, 16/36)  Allah’a kulluk yapmayanlar, O’nun emir ve yasaklarına uymayan, İslâm’ın hükümlerine karşı çıkanlara Rabbimiz şöyle buyu­ruyor: “İşte bu size vaad edilen cehennemdir. Küfür ve inkârınız sebebiyle, yaptığınız kötülüklere karşılık bu gün girin ateşe (cehen­neme)”(Yâsin, 36/63-64) denilecektir. “Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz.”(A’râf, 7/172)“Peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdik ki, peygamberler geldikten sonra, insanların Allah’a karşı herhangi bir bahaneleri olmasın.” (Nisâ, 4/165)

Bu gerçekleri Rabbimiz bizlere bildirmektedir. Dünyaya dalmamak, dünyaya aldanmamak esastır. Bize düşen bu fâni dünyanın geçici malına, mülküne, zevkine aldanmayıp Allah’a iyi kul olmaya çalışmaktır. Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:“Önce yakın akrabanı uyar!”(Şuarâ 26/214) “Ey insanlar! Kendinizi ve ailenizi (yakınlarınızı) yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten (cehennemden) koruyun”(Tahrim, 66/6)  Allah’ın emrettiklerini yaparak ve yasak ettiği günahlardan sakınarak kendimizi ve yakınlarımızı cehennem ateşinden korumaya gayret etmemiz gerektiği gibi, aynı şekilde diğer insanların da cehennem ateşinden korunmaları için gücümüz yettiği ölçüde onları da hakka çağırıp bâtıldan sakındırmaya gayret göstermeliyiz.

Çünkü Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor: “Mü’min erkekler, mü’min kadınlar birbirinin velileridir (dostları ve yardımcılarıdır), iyiliği emrederler (hakka çağırırlar), kötülükten alıkorlar (bâtıldan sakındırırlar). Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir.” (Tevbe, 9/71)  Allah’a davet; hakka, doğruya, iyi, faydalı, İslâmî olan işlere davet... Yani Allah’a kulluğa davettir. Âyetlerden de görüldüğü gibi, hakka çağırmanın ve bâtıldan sakındırmanın, yani insanları İslâm’a davet etmenin önemi anlaşılmaktadır. Dolayısıyla mü’minler olarak Arapça terimiyle “emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker" yapmalıyız. İyilikleri emretmek (hakka çağırmak) kötülüklerden men etmek (bâtıldan sakındırmak) için çaba göstermeliyiz.

3. Davet Görevi

Davet, tebliğ, Hz. Âdem’le başlamış, öneminden hiçbir şey kaybetmeden günümüze kadar gelmiştir. Kur’an’da şöyle buyrulur:  “Rabbine davet et.”(Kasas, 28/87)  “Hikmetle, güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır.”(Nahl, 16/125)buyurarak inananlara davet görevi bildirilmiştir. Peygamberlerin ayrılmaz vasıflarından biri de tebliğdir. Onlar, Allah'tan aldıkları emir ve yasakları insanlara ulaştırma ve yeryüzünde O'nun râzı olacağı bir hayatın yaşanması adına azamî gayret sarfetmişlerdir. Çünkü bütün peygamberlerin görevi tebliğdir.

Davet, tebliğ ve ıslah çalışmaları, ilk insan/ilk peygamberden son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar resuller ve nebiler tarafından yapılmıştır. Son peygamber Hz. Muhammedn (s.a.s.)’den sonra bu sorumluluk, onun yolunu takip eden Müslümanların sorumluluğu haline gelmiştir. Abdullah İbni Amr İbni Âs ra'dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.s.) şöyle  buyurdu: "Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kur'an'dan) bir âyet bile olsa insanlara ulaştırınız."3Peygamber Efendimiz dinin tebliğine büyük önem vermiş ve ümmete de bu konuda birtakım mükellefiyetler yüklemiştir. Bu tebliğin esasını Kur'an ve Sünnet'in teşkil ettiğinde şüphe yoktur. Herkes Kur'an ve Sünnet'i mükemmel şekilde bilemeyebilir; fakat bir tek âyet bile olsa başkalarına bunu ulaştırmak bir vazifeyi yerine getirmek demektir. Kur'an'dan bir tek âyeti bilen kimse, o kadarını da bilmeyene nisbetle ilim sahibi sayılır. O halde bilen, bildiğini başka insanların istifadesine sunmak zorundadır. Peygamber Efendimiz birçok kere konuşmalarını bitirdikten veya bir bilgiyi ashâba aktardıktan sonra: "Bu sözlerimi, burada bulunanlarınız bulunmayanlara ulaştırsın" 4  buyururlardı. Sahâbîler bu emre uyarak, Rasûlullah (s.a.s.)'den işittikleri sözleri, gördükleri davranışları, onun tasviplerini ve her türlü bilgiyi çok iyi muhafaza ederek hem diğer sahâbîlere hem de kendilerinden sonraki nesillere aktardılar.

İnsanlar, tabiatları gereği her zaman irşad ve davete, öğüt ve nasihate muhtaçtırlar. İyiliği anlatmak ve kötülükten sakındırmak İslâm toplumunun inşa sürecinde temel amaç ve vazgeçilmez unsurdur. Davet sorumluluğu taşıyan birey her konuda titiz olmalı, ihmalkâr davranmamalı sabır ve metanet ehli olmalıdır. Müslüman birey, insanların ıslahı için çaba sarfetmenin, yeryüzünde tevhid ve adaletin hâkim olması için mücadele etmenin sorumluluğunun farkında olmalı, bu sorumluluğun da iyiliği anlatıp kötülükten sakındırmak olduğunu en güzel şekli ile ortaya koymalıdır. Müslümanın inancının gereği olarak iyiliği anlatıp kötülüklerden sakındırması gerekir. Bu mesuliyet, ümmetin her bireyi için, herkesin kendi konumuna, donanımına ve özellikleri ölçüsünde geçerlidir. İslâm, Allah Rasûlü tarafında tebliğ ve davetle  ile yayıldı. Peygamberimize tebliğ görevinden vazgeçmesi için olmayacak şeyler teklif edildi.

Peygamber Efendimiz, bütün bu teklifleri: “Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseniz vallahi görevimden vazgeçmem”5diyerek reddetmiştir. İslâm, bazılarının iddia ettiği gibi kılıçla değil tebliğ ile yayılmıştır. İslâm’ı yaymak için İslâm Peygamberi, metodun her çeşidini denemiş ve uygulamıştır.  Bir âyette de: “Sizin içinizden hayra çağıran iyiliği emredip kötülükten vazgeçiren bir topluluk bulunsun.”(Âl-i İmrân, 3/104)“Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Çünkü siz iyiliği emreder ve Allah’a inanırsınız”(Âl-i İmrân, 3/110)  buyrularak da tebliğ hareketinin Kıyamete kadar sürdürüleceği bildirilmiştir. “İyilikle kötülük bir olmaz.Sen kötülüğü güzel bir şekilde önle…”(Fussılat, 41/34)“Rabbinin yoluna hikmet ve güzle öğütle çağır ve onlarla en güzel bir şekilde mücadele et.”(Nahl, 16/125)  buyrularak da davetin Müslümanlar için vazgeçilmez görev olduğu bildirilmiştir.  Bu nedenle  İslâm’ı bilmeyenlere, yanlış bilenlere, eksikliği olanlara, İslâm tebliğ edilmelidir. Allah’a davetin asıl sorumluları, İslâm toplumunu oluşturan  her Müslüman erkek ve kadındır.

Davet, Allah’ın emri ve Rasûlullah’ın sünnetidir. Bu nedenle davet, mü’minler için çok önemli bir görevdir. Müslüman Ümmtein akıllı ve ergen  her ferdi, erkek olsun kadın olsun bu görev ile mükelleftir.  Bu mukaddes görev sadece âlimlere has değildir. Bazı kimselerin din adamı diye adlandırdığı gruba mahsus da değildir. İstisnasız her Müslüman bu görevin her türlü biçim ve şekilleriyle sorumludur.6Allah’a davet, her Müslüman erkek ve kadına farzdır.7Günümüzdemal, güç, kadın  ve düşünce gibi dünyevi bütün imkanlar Allah yolunda  ve onun rızâsına  kavuşmasının önünde engel olma seferberliği içindedir. Onun için İslâm’a davet görevi farz-ı ayın durumuna gelmiştir.8 Davetin muhatabı tüm insanlardır. Davetin sahasının İman, İbadat, Muamelat ve Ahlâkî prensiplerdir.

İslâm dininde tebliğbelli bir sınıfın değilinanan bütün insanların vazifesidirİslâm'da sınıf ayırımı yoktur.  Her fert, kendi bilgi ve kültür seviyesine göre, başkalarına, İslâmiyeti yaşayarak tebliğe bulunup onları bilinçlendirmeye  gayret göstermelidir. İslâm dini tebliğ yoluyla dünyanın her kıtasına ulaşmış bulunmaktadır. Doğru ve sağlam tebliğin tek bir yolu vardır, o da samimiyettir.

İnsanları etkilemek, İslâm’ı anlatmaktan önce onu kavrayıp bizzat yaşamaktan geçer. Yüce Rabbimiz’in buyurduğu gibi tebliğ edelim. “Ey resulüm, insanları Kur’an’la, güzel söz ve nasihatla Rabbinin yoluna (İslam’a) davet et. Onlara karşı, en güzel olan bir mücadele ile mücadele yap. Şüphe yok ki, Rabbin, yolundan sapanı en iyi bilendir, ve o, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.”(Nahl, 16/125)  Tebliğ biz Müslümanlar için özel bir çaba değil, Müslümanların tabi hâlleriyle, insanlarla günlük görüşmelerinde dinlerini en iyi şekilde yaşamaları ve başkalarına sevdirmeleridir. Çünkü davet kulluk görevidir.  İslâm'ın tebliği ve davet en büyük hayır olup, her Müslümanın üzerine gerekli bir görevdir.  Her Müslüman bu görevin bilincinde olmalıdır.

4. Davetin Amacı

Davetin amacı insanları sadece Allah’a kulluk etmeye çağırmaktır. İslâmî davet şüphesiz ki kişilere, gruplara veya din adına sonradan ortaya çıkmış şeylere değil, Allah rızâsı için O’na ve O’nun âyetlerine bir çağrıdır. İyinin, güzelin, adâletin, insanlığın ve bunlara bağlı değerlerin kaynağı İslâm’dır. Kur’an, insanları Allah’a ve bu değerlere davet edip, kendisi de sâlih amel işleyen kimseleri doğru sözlüler (sadıklar) olarak niteliyor.(Fussılet, 41/33) Bu şekilde davet edenlerin başında da Allah’ın elçileri gelir. Onlar insanları Allah’a ve O’na kulluğa çağırırlar. Davet, yolunu şaşırmışlara ilk yardım müdahalesidir. İnsana bahşedilen hayatı Allah’ın istediği hayat tarzına çevirmeye çağrıdır. Davetin amacı, insanların doğru inanıp yaşamalarını, yani İnanç, ibadet ve güzel ahlâk sahibi  olmalarını sağlamaktır.

5. Davetin Mukâfatı

İnsanlarıAllah'akulluğa çağırarak hidâyetine vesile olmanın mükâfatını Yüce Allah şöyle belirtir:“Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: 'Gerçekten ben Müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kimdir?"(Fussilet, 41/33) Yani asıl güzel söz insanları Allah'a çağıran, Kur’an'a uymaya davet eden sözdür. İyiliği emretme, kötülükten sakındırmaşeklinde ifade edilen emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker görevi, fert, aile ve toplumun güven ve huzuru için hayâtî önemi haizdir. Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münkerİslâm dininin temel prensiplerinden biri olduğu gibi Müslümanların kurtuluşa ermelerinin yegâne sebeplerinden de biridir.  Âyeti kerimede şöyle buyurulmaktadır:  “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”(Âl-i İmrân 3/104)  İnsanları hakka  çağırmak ve batıldan sakındırmak, kurtuluşa ermenin  bir gereği olduğunu  âyette ifade edilmektedir. Sa’d (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem (s.a.s), Hz. Ali’ye şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için, en kıymetli dünya malı olan kırmızı develerden daha hayırlıdır.”9 

Rasûlullah (s.a.s.): İbn Ebu Cafer (r.a)’den, Rasûlullah (s.a.s.) Muâz (r.a.)’a “dini öğ­retsin diye” gönderdiği zaman ona şöyle buyurdu: “Allah Te­âlâ’nın, senin sebebinle bir tek adama hidâyet etmesi, senin için dünyadan da, dünyanın içindeki şeylerden de daha hayırlıdır.”10  İşte asıl köşeyi dönmek böyle olur… Âyet ve hadislerden görüldüğü gibi, İslâm’ı tebliğ etmenin ve yaşanmasına vesile olmanın mükâfatıçok büyüktür.  Ebu Hureyre (r.a)’dan Rasûlullah şöyle buyuruyor: “Bir kim­se, doğru bir yola (hakka) davet ederse, ona tâbi olanların ecirleri kadar kendisi için ecir (sevap) olur. Bu, tâbi olanların ecrinden bir şey eksiltmez.”11

Bu hadis-i şerif, davetçinin sevabını ortaya koyma  açısndan   oldukça teşvik edicidir. Şöyle bir düşünün; Bir kimsenin Allah’ın dinine girmesine vesile oluyorsunuz, öyle ki bu insanın yaptığı amellerden hiç eksiltilmeksizin size de sevap geliyor. Yani o kimsenin kıldığı namazlar, tuttuğu oruçlar, verdiği sadakalar ve yaptığı diğer  iyi amellerzerre miktarı bir eksikliğe uğramaksızın sizin hanenize yazılıyor! Hele bir de sizin hidayetine vesile olduğunuz şahıs bir başka insanın tevhidi kabul etmesine, İslâm’ı yaşamasına  aracılık ederse o zaman onunda sevaplarından  size eksiksiz yazılacaktır. Eğer o da bir başkasına vesile olursa, o zaman gelen sevapların mükâfatı kat kat fazla olacaktır.Böylesi bir insan adeta sevap üreten bir fabrikaya sahip olmuş gibi olur. Dolayısıyla  davet yolunda ki gayretlerimizi artırmalı ve her ortamda tebliğ ve davet için fırsatlar kollamalıyız ki bu sayede sevaplarımızı kat kat artırmış olalım.  

Hz. Peyygamber (s.a.s.): “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır”12 buyurur. İnsanların hidayetine vesile olmak suretiyle, insanlara faydalı olmaya çalışalım… Çünkü genel olarak günümüzün insanı İslâmî anlayış ve yaşayıştan uzak bir şekilde haytını sürdürmektedir. Bu kişilerin dünya ve âhirette çok büyük sıkıntılı bir yaşantıları olur. Dolayısıyla davetçi olanlar,  İslâm’dan uzak olanlara yardımcı olmalı  tebliğ ve davet görevini ihmal etmemelidir. Davet, insanları cennete çağırmaktır. Bir insana yapılan en büyük iyilik, onun ebedi hayatının kurtulmasına vesile olabilmektir!..

İnanç, ibadet ve güzel davranışlarda bulunanlara dünya ve âhirette mutlu, huzurlu bir hayat vardır. Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:“Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu içerisinde sonsuza kadar kalacakları altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluşve mutlulukbudur.(Nisâ, 4/13)“Erkek veya kadın, kim mü'min olarak iyi amel işlerse, biz ona(dünyada ve âhirette)hoş ve mutlu, huzurlu bir hayat yaşatırız.”(Nahl, 16/97)Bu âyetlerden açıkça görüldüğü gibi,Allah'ınemirlerini yerine getiripyasaklarından sakınırsak Allah’ın rızâsını,sevgisini, dünya ve âhiret saadetini kazanmış olururuz.

6. Davetçilere Tafsiyeler

1- Davetçi,  öncelikle doğru inanç, ibadet ve güzel ahlâk sahibi olmalı. İslâm’ı doğru bir şekilde öğrenmeli, yaşamalı ve nebevî usulle davet ve tebliğ etmeli. Çünkü davet, insanları dünya ve âhiret mutluluğuna çağrıdır. İman ve tevhidden sonra davetçide olması gereken en önemli haslet güzel ahlâktır. Güzel ahlâklı olabilmek için öncelikle kuvvetli bir imana sahip olmalı, şirkten, küfürden, bid’at ve hurafelerden uzak durmalı ve tağutu red etmeli, yani tevhid bilinciyle hareket edilmelidir, çünkü davetçinin en büyük imkânı, imanı ve sâlih amelidir, güzel davranışdır.

2-İslâm dininin  gayesi,  “Tevhid” inancını, bütün insanların gönüllerine nakşetmeleri ve onların güzel ahlâk sahibi fertler olmalarıdır. İslam’a, güzel ahlâka aykırı görülen davranışları, uygun bir lisan ile düzeltmeye çalışmalıyız.

3- Davetçi, Kur´an ve Sünnete uyan, karşılığını da sadece Allah´tan bekleyen, ihlâsla ve bütün gücüyle bu görevi yerine getirme gayretinde olandır.

4- Nasihatimiz önce kendimize sonra başkalarınadır. En çok öğüde ihtiyacı olan kendi nefsimizdir. Davetçilerin de davete ihtiyacı var. Davetçi sadece öğüt veren değil; aynı zamanda öğüt alandır. Davetçi, çağrılara kulak vermeli ibret ve öğüt almaya çalışmalıdır.                           

5- Nasihat, karşıdakinin iyiliğini düşündüğünü gösterir bir tarzda olmalıdır. Öğüt verenin kendi üstünlüğü ile övündüğünü gösterecek hiç bir davranışı olmamalıdır.

6-.Allah'a davet, insanları mutlak doğruya, tevhide, İslâm’ın ana esaslarına çağırmalıyız. Özetle; insanları bir cemaate, derneğe, kuruluşa çağırmayıp Allah’a davet etmek gerekir. İslâmî davet şüphesiz ki kişilere, gruplara değil, Allah rızâsı için O’na  iyi bir kul olmaya (İman, ibadet ve güzel ahlâk sahibi  olmaya) çağrı olmalıdır.

7- Davetçi kadrolar yetiştirilmeli. Davet okulları açılmalı. Günümüz İslâm davetçileri kendilerini maddî ve mânevî ilimlerle donatmalı ki hem kendilerine hem de çevrelerine ışık olabilsinler, çevrelerindeki insanları şirkin, günahın bataklığından kurtarıp İslâm’ın nuruna ulaştırabilsinler. Bu da öncelikle sağlıklı bir “İslâm Toplumu”nu oluşturmaktan geçmektedir.

8- Davet biliniçinde olmalı. Her Müslüman âlim olamaz ama her Müslüman aslında bir davetçidir ve davetçi olmalıdır. Evet, her Müslümanın birilerini davet edeceği mevzular vardır. Her Müslüman çok rahat bir şekilde, Yahudi, Hıristiyan, ateist, deist, komünist ve benzeri İslâm’a zıt olan dinlere ve idolojilere tabi olan kimselere davette bulunmalıdır.

9- Davet, yolunu şaşırmışlara, gaflet içersinde olanlara ilk yardım müdahalesidir. Davet ile sadece karşıdakinin kurtuluşunu değil kendi kurtuluşumuzu da hedeflemiş oluyoruz.

10- Davet, her tarafa yayılmış olan yangın ve tehlikeye karşı bir uyarıdır. Bu nedenle daveti ihmal ve göz ardı etmek, yangını göz ardı ve ihmal etmek anlamındadır.

11- Hakka davet, Hak’kın, Hak’ka inanan üzerindeki hakkıdır. Hakikati bulan kişiye düşen, başkalarının da o hakikati bulmasına yardımcı olmaktır.

12- Tebliğde öncelik, muhatabın durumu dikkate alınarak, yani hangi noktada olduğu tespit edilerek belirlemeliyiz ve ona uygun davet metodu uygulamalıyız.

13-Tekfirden sakınmalıyız.

14- “Kendimi tam düzelteyim, islâm’ı eksiksiz yaşayayım ondan sonra davet ve tebliğ yaparım”  düşüncesinde olmamalı. Bir yandan kendi eksikliklerini gidermeli, diğer yandan da  davet görevini yapmalı. Emr-ibi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münkeri asla terk etmemelidir

15- Hz. Peygamber’in tüm hayatı davetti. Müslüman’ın tüm hayatı davetten ibarettir. Davet, Müslümanlar için hayatın ayrılmaz bir parçasıdır. Müslüman’ın davette yerini alması kaçınılmazdır. İslâm, ihlâslı davetçilerin sayesinde bizlere ulaştı, bizden sonrakilere de davetle ulaşacaktır, bu sebeple davete çok önem vermeliyiz.

Dipnotlar:

1. Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, TDV   İslâm Ansiklobedisi, c. 9, s. 17

2. Mahmud  Aptullatif  İveda,  İslâm’a Davet Metodu, Köklü Yay.,  Ank. 2007, s. 21

3. Buhârî, Enbiyâ 50; Tirmizî, İlm 13

4. Buhârî, İlim 9; Müslim, Hac 446; Ebû Dâvûd, Tatavvû 10; Tirmizî, Hac 1

5. M. Yusuf Kandehlevi, Hadislerle Hz. Peygamber ve Ashabının Ya­şadığı Müslümanlık, c. 1, s. 54

6. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İslâm Davetçilerine, s. 352

7. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, a.g.e., s. 353

8. Prof. Dr. Said Ramazan el-Buti,  İslâm’a Davet Metodu, Madve Yay., İst. 1987, s. 9

9. Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 9; Meğâzî, 38; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 34

10.Abdullah İbnu’l Mübarek, Kitabü’z- Zühd ve’r-Rekaik, çev. Adil Teymur, s. 305, Hds. 1375

11. Müslim, İlim 16; Ebû Dâvûd, Sünnet 6; Tirmizî, İlim 15

12. Buhârî, Mağâzî  35

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN