SINAVA DÂHİL OLMAK

Hikmet ERTÜRK

14-03-2012 07:17


 

"İnsan Rabbine karşı çok nankördür. Ve kendisi de buna şahittir. Doğrusu o, malı çok sever." (Adiyat–6–7–8) 
 
Doğrusu insanlar malı çok sever. “İman insanın kalbine girip de onun düşüncelerini, önem verdiği şeyleri ve değer ölçülerini değiştirmediği sürece... Nankörlüğüne, inkârcılığına, Allah'ın ihsanını itiraf etmek ve onlara şükretmek üzere engel olmadığı müddetçe... Bencilliğini, cimriliğini fedakârlıkla ve acıma duygusu ile değiştirmediği, hırsa, rekabete, çalışıp didinmeye layık gerçek değerleri -ki bu değerler maldan, iktidardan ve dünya hayatındaki yararlı her şeyden yararlanmaktan çok daha yücedir- evet iman insana o değerleri göstermediği sürece, insanın yapısı ve fıtratı bu olacaktır...” 1 
 
Yani Rabbine karşı nankörlüğe devam edecektir. Peki ya iman iddiasında bulunanlar? İman edenlerde malı çok seviyorlarsa ve Rablerinin kendilerine verdiği nimetlerin şükrünü gereği gibi yerine getirmiyorlarsa… Şu apaçık bir gerçektir ki Kur’an ayetlerinin mesajı hayata dönük mesajlardır. Eğer bizlerin sahip olduğu Müslüman ismi yaşantımız içerisinde hayat bulmuyorsa Yüce Allah bizleri uyarmaya devam edecektir.
 
İşte bir örnek;
 
“Hayır yetime karşı cömert davranmıyorsunuz. Yoksulu yedirmek konusunda birbirinize özendirmiyorsunuz. Size kalan mirası hak gözetmeden yiyorsunuz. Malı pek çok seviyorsunuz." (Fecr–17–18–19–20)
 
İslam Mekke’de gerçektende yetime cömert davranmayan, yoksula yedirmek konusunda birbirlerini özendirmeyen kendilerine kalan mirası hak gözetmeden yiyen, malı bir yığma tutkusuyla, hırsıyla seven bir toplumu kendisine düşman olarak buldu. 
 
Bu günümüzü yaşayan bizler yukarıda bahsedilen imtihanın anlamını kavramakta zorlanıyoruz. Fakir kardeşlerimize iyilikte bulunarak, mallarımızın bir kısmını onlarla paylaşarak ve birbirlerimizi bu konularda teşvik ederek imtihanımızda başarılı olmaya yanaşmıyoruz. Elimize geçirdiğimiz malı öylesine taşkınca yiyoruz ki artık gönüllerimizde fakir kardeşlerimize karşı onlara iyilikte bulunmaya ve onlara cömert davranmaya dair duygularımız kalmıyor. 
Belli ki bizler ‘’Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyoruz.’’ (Fecr–20) Belki bu hırsımızda kâfirlere verilen dünya hayatının çekici nimetlerine aldanmışlığımızın da bir payı vardır. 
 
"Sınavdan geçirmek amacı ile bazı kâfirlere verdiğimiz dünya hayatına ilişkin çekici nimetlere sakın göz dikme. Rabb'inin katındaki rızk daha değerli ve daha süreklidir.’’ ( Taha–131) 
 
Tüm bir hayatımız; okul, iş, evlilik, eş, çocuk, çocukların geleceği, tatil, ev, otomobil, rütbe, makam, maaş, terfi adına kurgulanmış. Fakat bizler hala ısrarla tüm bu yapıp ettiğimiz şeylerin temelini Kur’an’a dayandırmaya devam ediyoruz. Sizce hayatımızın öznesi haline getirdiğimiz tüm bu davranışlarımız tutarlı şeyler mi? Verilen onca söze rağmen hala yürünecek bir yolun olmaması tüm bu anlamsızlığı ortaya çıkarmıyor mu? 
 
Bu ve benzeri tüm ilişkilerimizde görüyoruz ki dünya metaı edinme, geçimlik kazanma hırsı gündemlerimizin ilk sıralarında yer alıyor. Tabiî ki kardeşlerimizin hiç biri dünya hayatının geçimliğine dair gösterdikleri bu aşırı ilginin farkında bile değiller. Bu zafiyetler çoğu zaman topluluk içerisinde saklı kalmaktadır. Ancak bir anlaşmazlık ya da bir musibetle sınanma ya da bir öfke anında üzerimizde taşıdığımız bu zafiyetlerimizi görebiliyoruz. Kendimizi ölçebilmemizin en güzel yolu Yüce Rabbimizin açmış olduğu sınava dahil olmaktır. Bu bizlerin Allah katındaki değerimizi bilmemizi sağlar.  Başarısız olduğumuz konuları daha iyi görebilir bu husustaki kusurlarımızı atabilmenin hal çarelerine bakabilir böylelikle tekrar karşılaştığımız sınavımızda başarılı olabiliriz. İslam adına kavga meydanı bizlerin sınav alanıdır. Kavga meydanında olmadıktan sonra kendi başımıza yapıp ettiğimiz ibadetlerin hep bir yanı eksik kalacaktır. O yüzden sınava girme zahmetinde bulunmak zorundayız. Sınava hiç dahil olmamış bir kimse ile bir dava yüklenmek çok risklidir. Sınavlarına girmeyi denemiş ya da hiçbir eyleminde başarılı olamamış, üzerinde taşıdığı elbisesini temizleyememiş bir yığın hastalıkla dolaşmakta hiçbir beis görmemiş bizlerin biri birlerimizle yol arkadaşlığı yapması düşünülemez.
 
Çünkü sınavını hakkı ile geçememiş bizlerin omuzlarına yük alması bir kandırmacadır ve omzumuza yüklenen yükte sanallıktan öte bir şey değildir. Böylesi sahte bir yürüyüş bir anlam ya da değer ifade etmez. Başarıda getirmez. Kardeşlerimiz dünya hayatları ve ahiret hayatları arasında öyle bir denge kurmuşlar ki biri bir diğerinin önüne geçmiyor. Bir diğerine daha fazla önem atfetmiyor. Dünyalığına zarar verecek fakat ahireti için faydalı olacak bir eylem içerisinde değiller. Bu davranış tarzımız Kur’an’a uygun değildir. Bir yanımız zarar görmeden diğer yanımız başarıya ulaşamaz. Omlet yemek istiyorsak yumurtaları kırmak zorundayız. Omlet yapmak istiyoruz ama yumurtaların kırılmasına razı değiliz. Böylesi bir düşünce bir karasızlık halidir. 
 
Kendi düşünce ve eylemlerimizi mutlaka bir elekten geçirmek zorundayız. Bu haliyle sahip olduğumuz düşünceleri her ne pahasına olursa olsun savunabiliyor, bedel ödemeyi göze alabiliyor muyuz bunu anlamış oluruz. Böylelikle konuşup ta yapabildiğimiz şeyler gerçekten bizlere ait olur. Yapamadığımız şeyleri de sürekli savunma durumunda olmayız ve bu zafiyetlerimizle ilgili hal çarelerine bakabiliriz. 
Kur’an bizlere gerçekten Allah’a iman etmiş müminlerin eylemleri ile iman ettiğini zanneden fakat gerçek benlerini tanıyamamış kimselerin eylemleri arasındaki farkları en açık bir şekilde bildirmektedir. 
 
“Talut, ordusu ile birlikte sefere çıkınca askerlerine dedi ki; ;Allah sizi bir ırmak aracılığı ile sınavdan geçirecek. Kim bu ırmağın suyundan kana kana içerse benden değildir. Kim onun suyundan içmez de sadece bir avuç dolusu ile yetinirse o bendendir.
 
Askerlerin az bir kısmı dışında çoğu bu ırmaktan su içtiler. Bir süre sonra Talut, yanında kalan müminlerle birlikte o ırmağı geçince, askerlerin bir kısmı "Bugün bizim Calut ve ordusu ile başa çıkacak gücümüz yok." dediler. Fakat Allah'ın huzuruna çıkacaklarına kesinlikle inanmış olanlar "Allah'ın izni ile nice az sayılı topluluk, nice kalabalık topluluğu yenilgiye uğratmıştır."dediler. "Hiç kuşkusuz Allah, sabırlılarla beraberdir." (Bakara–249)
 
Bu ayette anlatıldığı üzere Talut ordusu ile birlikte sefere çıkacak fakat askerlerine bir dizi talimatlar veriyor. Allah’ın onları bir sınavdan geçireceğini karşılarına çıkacak olan ırmağın suyundan kana kana içmemeleri gerektiğini ancak bir avuç dolusu su içebileceklerini söylüyor. Ayetin devamında Yüce Allah bize haber veriyor ki; Askerlerin az bir kısmı dışında çoğu bu ırmaktan kana kana su içiyorlar. Ve Talut sözünü dinleyen bu az sayıdaki ordu ile yoluna devam ediyor. Sayıları azalan askerler Calut’un ordusu ile savaşamayacaklarını böyle bir savaşa güçlerinin kalmadığını söylüyorlar. Fakat Allah’ın huzuruna çıkacaklarına kesinlikle inanan askerler “Allah'ın izni ile nice az sayılı topluluk, nice kalabalık topluluğu yenilgiye uğratmıştır." diyerek bu arkadaşlarına karşı çıkıyorlar. Allah’ta bu yürekten iman etmiş askerlerini destekleyerek onlarla beraber olduğunu söylüyor. Bu müminler Rablerinden gelen sözü en güzel şekilde dinleyip hakkıyla yerine getiren kimselerdir. Nehri geçip yarı yolda fikir değiştirmemişler, Allah’a olan bağlılıklarını göstermişlerdir.
 
Tüm bu anlatılanlar bize şunu anlatmaktadır ki sayıca çok olmanın çokta büyük bir anlamı yok. Ancak davası uğruna açlığa susuzluğa ve tüm zorluklara katlanabilen ve yürüyüşlerini aksatmadan sürdüren sağlam kişiliklere ihtiyaç var. Onun için karşımıza çıkan ilk engelde hemen umutsuzluğa kapılmak, yol arkadaşlarımızla ayrılıklara düşmek, yürüyüşümüzü yavaşlatmak, Allah’ın huzuruna çıkacaklarına kesinlikle inanmış olan müminlerin özelliği değildir. Bize düşen bizlere sunulan her nimetin aynı zamanda bir sınav aracı olduğunu da aklımızdan çıkarmadan bilinçsizce tüketmememizdir. Biz bu dünyanın nimetlerini kana kana hiç sorgulamadan tüketemeyiz. Çünkü bizim hayatımızın tümü bu dünyaya ait değildir. Allah’ın varlığına ve O’nun huzuruna çıkacağına gönülden inanıp zorluklara katlanan, iyi işler yapan müminleri altlarından ırmaklar akan cennet bahçeleri beklemektedir. O yüzden bu dünya ölçüsüzce, sorgulamadan yiyip içip zevkleneceğimiz bir mekân değildir.  
 
“Doğrusu Allah, iman edip salih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar, inkâr edenler ise dünya hayatında zevklenirler, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir.” (Muhammed–12)
 
Yüce Allah böyle söylüyor. “İnkâr edenlerin payı ise "hayvanların yediği gibi" yiyip eğlenmektir... Bu kendilerinden insanlık karakterini ve nişanlarını silip süpüren rezil edici bir ifadedir. Çünkü bu ifadenin onlar için verdiği çağrışım açgözlü ve oburca yiyen hayvan çağrışımıdır. Hiçbir tat almaksızın iyi ya da çirkin olup olmadığına bakmaksızın bulduğunu yiyen duygusuz hayvan yemesi çağrışımıdır. Bu öyle bir yeme ki ortada onu frenleyen ne irade vardır, ne tercih söz konusudur ne üzerine bekçi olacak gözcü vardır ve ne de onu engelleyecek bir vicdan!
 
Hayvanlık yemede ve eğlencede ortaya çıkar. İsterse servet ve nimet dolu köşklerde yetişen birçoklarında olduğu gibi, ortada nice bir yemek zevki ve eğlenceler arası seçiminde eğitilmiş bir his ve duygu olsun fark etmez. İnsanın amaç edinip peşinden koşacağı nimetten yararlanma biçimi bu değildir. Amaç nefsine ve iradesine hakim olan ve hayat için özel değerleri olan insanın duyarlılığıdır. Böyle bir insan şehvetin baskısına boyun eğmeyen, lezzetin gevşemediği bir iradenin ürünü olarak, Allah katındaki hoş olan şeyleri tercih eder. Hayatın tamamı yemek sofrası ve eğlence fırsatı olarak değerlendirilemez. Böyle görülüp de bundan sonra hedefsiz yaşayarak Allah tarafından izin verilenlerle yasak edilenler konusunda aldırış etmeksizin, hayat sürülemez.”2 
 
Bir Müslüman bir şeyin iyi ya da çirkin olduğuna bakmaksızın bulduğu her şeyi yiyemez. Önüne sunulan her türlü düşünceye sahip çıkmaz onu hayatının bir parçası haline getiremez. Tüm bunlar gerçektende duygusuz hayvan yemesi çağrışımlarıdır. Bizler böylesi bir duygu içerisinde olamayız çünkü bizleri frenleyen iman ettiğimizi söylediğimiz bir iradeye teslim olmuşuz. Ama böylesi bir iradeye teslim olduğumuzu söyleyip tıpkı inkâr edenler gibi her önümüze gelen şeyden zevkleniyorsak burada muhakeme etmemiz gereken çok fazla şey var demektir.
 
İşin bir diğer yönü ise yol arkadaşlarımızın sergilemiş oldukları hal ve hareketlerdir. Talut’un ordusu içerisinde asker olmayı bile göze alamadan kavgaya dahil olamamış kardeşlerimizin tüm bu mücadeleyi izlerken bile takındıkları bildik tutumlar içler acısıdır. Yüce Allah bu ordunun neferi olmuş fakat emredilen şeyi yapmamış askerleri bile hiçe sayarken davamızın neferi dahi olmaya yanaşmayan bizlerin böylesi sınavlardan yüzünün akıyla çıkmış gibi davranması kendinden ve de eylemlerinden çok büyük sözler sarf etmesi şaşılası bir durumdur. Bir davaya inanmak ayrı sınava tabi tutulmaya kabul edip kavgaya katılıp yüzünün akıyla çıkmak ayrı şeylerdir. Çünkü Yüce Allah böylesi düşünen böylesi yapan kimseler için; "İnsanlar sırf ‘iman ettik' demekle; hiçbir sınavdan geçirilmeksizin bırakılıvereceklerini mi sanıyorlar?" (Ankebut–2) diyor.
 
O yüzden kardeşlerimiz ağızlarından çıkan sözlere çok dikkat etmeliler. Bu sözler birer yol ayrımının iddialı sözleridir. Nehri geçtikten sonra geri dönüşü yoktur. Ve bizler sarf ettiğimiz sözlerden sorumluyuz. İslam davası üzerindeki başarı İslami bir takım konuları sürekli konuşmakla olmuyor. Bu başarının yolu malımız ve canımızla kontrollü birliktelikle oluşacaktır. Kiminin zamanını, kiminin parasını, kiminin canını, kimsinin ise gülümsemelerini bile feda etmeye yanaşmadığı bir ortamda çokta iddialı sözler sarf etmenin bir anlamı bulunmamaktadır. Kendi gücümüzü tartarak, aksaklıklarımızı onararak yol almaya çalışmalı ve işe yapabildiklerimizle başlamalıyız. Böylelikle İslam ve onun mesajları kalplerde tam anlamıyla yer etmeli. Unutulmamalıdır ki bu yol kalplerde kök salmış İslam ile ancak alınabilir.
 
Tabi ki gerçek manada İman ettiğimizin ispatı, Kur’an’da belirtilen emirlerin yerine getirilip getirilmemesi ile ilgilidir. Kur’an’dan öğrendiğimiz emirleri uygulayıp uygulamadığımıza göre sınava tabi tutulacağız. Bu bağlamda aşağıdaki Kur’an ayetlerinde ‘’iman sözlerinde’’ doğru olanların ne yapmaları gerektiği açıklanmış.
 
“Gerçek mü'minler ancak Allah'a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte iman sözlerinde doğru olanlar onlardır.” (Hucurat–15)
 
Yapmamız gereken şeyler çok açık bir şekilde sıralanmış. İman ettikten sonra davamızda asla şüpheye düşmemek, davamız uğruna gerekirse mallarımızı vakf etmek, gerekiyorsa canımızı vermek. İşte sözü doğru olanlar bu samimi Müslümanlardır. Bunlar sözü dinleyen, yarı yolda fikir değiştirmeyen Allah’ın sözlerinin gerçek takipçileridir. Yoksa mallarını köşe bucak kaçıran, en ufak bir baskıda müşriklerle uzlaşan kimseler gerçekte mü'minler değildirler. Gerçekte bir sınav ile yüz yüze geldiğimizde sözümüzde doğru olup olmadığımız anlaşılacaktır. Bu sınavı hakkı ile verememiş bizlerin kalkıp da haklılık yarışı içerisine girmemiz, kendimizin dahi yapamadığı birçok sözleri sarf etmemiz çok tuhaf bir şeydir. Yapılması gereken en güzel şey çok konuşmak değil tekrardan tövbe ile direnmeye, yeniden dirilmeye çalışmaktır. 
 
Şunu asla unutmayalım ki ’’…Bu sınav sonucunda Allah, doğru sözlüler ile yalancıları kesinlikle belirleyecektir." (Ankebut-3)
 
Selam ve dua ile… 
 
Dipnotlar:
 
1- Seyyid Kutub, Fizılâlil Kur'ân, Adiyat Suresi 7,8.9. ayetlerinin Türkçe açıklaması
2-Seyyid Kutub, Fizılâlil Kur'ân, Muhammed Suresi 12. Ayet Türkçe açıklaması
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN