SURİYE’DE DEVRİM İNKILABA DÖNÜŞECEK Mİ?

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

04-01-2025 19:26


Devrim ve inkılab kelimeleri genellikle eş anlamlı kelimeler olarak kullanılmaktadır. Biz bunun doğru olmadığı ve bu iki kelimenin kesişen boyutları olmakla birlikte neticede çok farklı anlamlara sahip olduğu kanaatindeyiz.

“Devirmek” fiilinden türetilmiş Türkçe bir kelime olan devrim, adı üstünde devirmeyi ifade etmektedir. Bir sosyal-siyasal ıstılah olarak da “devrim” kavramı, bir toplumsal-siyasal otoriteyi alaşağı etmeyi karşılamaktadır.

“İnkılab” kelimesi ise “dönme, dönüşme” anlamındaki “kalb” kökünden türemiş Arapça bir kelime olarak “dönüşüm”ü ifade etmektedir. Sosyal-siyasal bir kavram/terim olarak da mevcut bir toplum ve devlet yapısının köklü dönüşüme tâbi tutulması anlamına karşılık gelmektedir.

Bu anlamlardan yola çıkarak, devrimin İslam’ın “lâ”sına, inkılabın ise “illa”sına denk geldiğini söylememiz mümkün olsa gerektir. İnsanlık tarihinde “lâ” demiş ve fakat “illa”nın ifade ettiği dönüşüm ve inşayı gerçekleştiremediği için İslam’ın hidayetine hak kazanamamış nice fert veya toplumlar olagelmiştir.

Bu durum, yıkılan tağutların yerini yeni tağutların doldurduğu bir kısır döngüyü beraberinde getirmiştir. Bu sebeple yıkmanın yanında İslam’a göre yapmanın olmadığı süreçler, Rabbimizin muradı olan neticeler vermemekte ve vermeyecektir.

Suriye’de geçtiğimiz ay yaşanan gelişmelere, yukarıda kısaca izah etmeye çalıştığımız “devrim” ve “inkılab” kavramsallaştırmaları açısından bakmakta fayda görüyoruz.

Sevinçliyiz, umutluyuz, bununla birlikte aynı zamanda endişeliyiz. 63 yıllık kâfir Baas diktasının yıkılmış olmasına, mazlum Suriye halkının sırtındaki tağut sopasının kırılmış olmasına sevinmemek elde mi?

Bununla birlikte bundan sonrası için endişelenmeyi gerektirecek kimi işaret ve gelişmelerin varlığı da bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Suriye’de yeni teşkil edilecek nizamın İslam’ın ölçülerini ve siyasetini mi esas alacağı, küresel tuğyanizme karşı tutumu ve laikliği esas alan bölge ülkeleriyle ilişki biçiminin İslami siyaset temelinde mi olacağı, yoksa pragmatist bir yaklaşımla mı belirleneceği, Suriye’de Baas diktasını deviren kadroların bundan sonraki imtihan alanını oluşturacak.

Despotizm tuğyanından kurtarılan Suriye, demokratik tuğyana teslim edilir mi? Demokrasinin yönetici seçmekten ibaret teknik bir idare yöntemi olmanın çok ötesinde, insan hevasını esas alan bir dünya görüşünü ifade ettiğini tekraren hatırlamış/hatırlatmış olalım.

Umutluyuz, çünkü bölgenin en baskıcı rejimlerinden biri olan bir dikta yönetimi 63 yıldan sonra lâyık olduğu yere, tarihin çöğ sepetine atıldı. Elhamdulillah. Ve kim ne derse desin Rabbimizin inayetiyle bunu, İslam’ı bir hayat nizamı olarak kabul eden kadrolar 13 yıllık zorlu bir mücadelenin ardından gerçekleştirdi.

Endişeliyiz, çünkü devrimi nihayetinde Müslüman gençler gerçekleştirmiş olsa da, gerek devrim sürecindeki gerekse de sonrasındaki ve gelecekte Suriye’de hesabı olan küresel ve bölgesel güçlerin yaklaşımları ve devrimi yönlendirme çabaları, devrimin bundan sonrası için soru işaretlerine yol açmaktadır.

Emperyalizmin ve onun bölgedeki uzantıları olmaktan öteye gidemeyen bölge ülkelerinin geçmişten bugüne “suyun akışına engel olunamıyorsa yönünü değiştirmeye çalışmak” şeklindeki politikaları bilinmektedir. Nitekim el’an Suriye devrimi kadroları küresel ve bölgesel aktörlerin yoğun bir diplomatik ablukası altında bulunmaktadır.

Biladu'ş Şam… Bugünkü Suriye, işgal altındaki Filistin, Lübnan ve Ürdün topraklarına Müslümanların tarihinde verilen isim. Kuzey beldeleri anlamına gelen bir tanımlama. Bu coğrafyanın kalbi ise Suriye ve hassaten Dımaşk/Şam şehri… Ömer (r.a.) döneminde İslam ordusunca fethedilen bu coğrafya o gün bugündür İslam coğrafyasının stratejik bir bölgesi olagelmiştir.

Özellikle de Ömer (r.a.)’ın ve Selahaddin Eyyubi’nin fetihlerinde Şam’ın, Kudüs’ün fethinin anahtarı işlevi görmüş olması da Şam şehrinin ve Biladuş Şam’ın (Osmanlıca terkip biçimiyle Bilad-ı Şam’ın) önemini perçinleyen bir husus olmuştur.

İşte bu önemli coğrafyamız şimdi yeni bir dönüm noktasıyla karşı karşıyadır. Bir asır önce 1. Dünya Savaşı sonrası bâtıl Batı’nın bölgede ulus-devlet adı altında ihdas ettiği  “Genel Valilikler” marifetiyle dipçik zoruyla kıblesi değiştirilmiş olan İslam coğrafyası o gün bugündür kıblesini aramaktadır.

Suriye’de devrim kadrolarının zihin ve kalplerindeki kıblenin İslam’ın kıblesi olduğunda kuşku yoktur. Lakin küresel ve bölgesel şeytani güçlerin fısıltıları onlara bunun aksini fısıldamakta, bunun için de onları yoğun bir diplomatik ablukaya tâbi tutmaktadır. Mesela Mısır’da İhvan-ı Müslimin kadrolarına laiklik tavsiyesinde bulunan Türkiye’nin muhafazakâr demokrat yöneticilerinin Suriye devrimi kadrolarına farklı şeyler söyleyeceğini düşünmek safdillik olur.

İşin doğrusu, Suriye devriminin başından bugüne salt Baas diktasının devrilmesiyle sınırlı bir perspektif ve söyleme sahip olduğu ve İslami bir devrim hareketinden beklenen perspektif ve söylemin temel unsurları olan, emperyalizm ve siyonizm karşıtı söylemden kaçındığı bilinmektedir.

Mesele, onlarla şu veya bu nitelik ve oranda iş tutmaktan kaçınarak salt karşıt söylemlerden kaçınmakla sınırlı kalacak olursa, bunu perspektif darlığıyla tevil ederek mazur görmek mümkün olabilir. Ancak emperyalizm ve siyonizmin, bölge ülkelerinin nüfuzunu da kullanarak yeni yönetim üzerinde etki kurmaya çalışacağı ve el’an bunu da yapmakta oldukları müşahede edilmektedir. Bu noktada devrim kadrolarının tarihi bir sınavdan geçtiğini ifade etmek gerekir.

Bu konuyla ilgili olarak, Amerikan emperyalizminin Suriye’ye hemen bir temsilci gönderip yeni yönetimle irtibat kurduğu ve bölge ülkelerinin heyet üstüne heyet göndererek devrim kadrolarına yön tayin etmeye çalıştığı bu süreçte, Türkiye’deki İslami çevrelerin de, İslam üzere sebat etmeleri noktasında nasihatleşmek üzere Suriye’ye heyetler göndermesi konusunda bir Müslümanla yaptığım görüşmede aldığım cevap, “akredite olmayan” İslami çevrelerden kimselere Suriye’ye geçiş izni verilmediğine dair bir bilginin olduğu yönündeydi.

Bu iddia, hatırımıza merhum Ercümend Özkan’ın 1990’daki İran gezisi sonrası İktibas’ta yazdığı (Temmuz 1990 sayısı) şu satırları getirdi:

“Hasmınız da olsa düşünen insanlar götürmek, eksikleri gören, yanlışların düzeltilmesi için hasbî tavsiyelerde bulunan, Allah için daha iyi olunmasını isteyen kimseler götürmek ve bunların intibalarını dinlemekte, yararlanmak açısından büyük zaruretler vardır, olmalıdır da.”

Yine aynı yazıda Özkan şu tesbiti yapıyordu:

“Konu İslâm olunca da İslâmî Devrimler mutlaka İslâm dışı şeylerden esinlenmemiş, etkilenmemiş olmalıdırlar… Allah, Resulüne ne indirdi ise İslâm odur ve İslâmî Devrim de bunların üzerine bina edilmelidir.”

Putlar, Başka Putları Dikmek İçin Yıkılmamalı

Meramımızı anlatmak sadedinde kavramsallaştırdığımız anlamda devrimle inkılabın ayrıldığı temel noktanın, put mefhumuna ve mevcuttaki putlara yaklaşım biçimi olduğunu söyleyebiliriz. İnkılab, her türlü putperestliğe ve puta karşı olmayı ve putsuz bir dünya inşa etmeyi amaçlarken, devrim bir putu veya putperestliği devirirken onun yerine başka bir put ikame etmekle maluldur.

Tabi put mefhumu ve putperestliğin yalnızca dikili heykellerden ibaret olmadığını unutmamak gerekir. İnsanların Allah’ın hidayeti dışında bağlandıkları, tabi olunması gereken mutlak değerler olarak görüp bağlılık gösterdikleri düşünce, inanış ve ideolojiler de put ve putperestlik mefhumunun kapsamına girmektedirler.

Put mefhumunun; temelsiz, dayanaksız, hevaya dayalı bir isimlendirmeden (anlam yüklemeden) ibaret olduğunu öğreniyoruz Kitab-ı Kerim’den. Rabbimiz Necm Sûresi 19-22. ayet-i kerimelerde Mekke müşriklerinin putlarından söz ettikten sonra 23. ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:

“Bunlar (bu putlar), sizin ve atalarınızın isimlendirmesinden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.”

Yine Yusuf Sûresi 37-40. ayet-i kerimlerde de Yusuf (a.s.)’ın zindan arkadaşlarına dâvetini bize bildiren Rabbimiz, 40. ayet-i kerimede onun dilinden aynı hakikati bize öğretmektedir:

“Sizin O'nun dışında taptıklarınız, Allah'ın haklarında hiç bir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın isimlendirmesinden başka şeyler değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretti. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”

Bugün “ulu önder”, gavs-ı azam” vs diye isimlendirilip putlaştırılanları görüyor olmamız, putperestlik cephesinde dünden bugüne değişen bir şey olmadığını göstermektedir.

Suriye’de Baas diktası devrildiğinde muhaliflerin ilk işi, şehirlerin meydanlarına dikilen put heykellerin devrilmesi oldu. Halep’te, Hama’da, Humus’ta, Şam’da Hafız Esed tağutunun heykelleri yerle bir edildikten sonra, Kürtlerin yaşadığı Kamışlı’da da PKK/YPG tarafından aynı eylem gerçekleştirildi.

Fakat arada bir fark vardı. Kamışlı’da Hafız Esed tağutunun heykeli yıkılırken, o anda yanı başında, onun yerine ikame edilmek istenen bir başka tağutun, Abdullah Öcalan’ın büyük bir posteri açılıyordu.

İşte İslam’la bâtıl ideolojilerin farkı burada net bir şekilde kendini gösteriyor. Bâtıl ideolojiler putlardan put beğenmek üzere inşa olunurken, Rabbimizin bize bildirdiği yegâne hak hayat nizamı İslam, putsuz, şirksiz bir dünya hedefine sahiptir.

Dileğimiz Suriye devriminin, dikili heykel putlarına karşı net bir tavır alıp onları yerle yeksan ettiği gibi, bâtıl Batı’nın laisizm, demokrasi, nasyonalizm, kapitalizm gibi küresel putlarına da net tavır alması ve Suriye’de İslam nizamını inşa edecek bir inkılabi yönelimle hareket etmesi yönündedir.

(Not: Bu makale, İktibas Dergisi'nin Ocak 2025 sayısında yayınlanmıştır.)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN