SON BİRKAÇ AYIN GÜNCELİNE VE SÂBİTELERE DAİR KISA KISA

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

24-03-2019 14:09


İnternetteki paylaşım sayfamda son birkaç ay içerisindeki çeşitli güncel gelişmeler ve sâbitelerimize dair yorumlarımı yeniden eskiye doğru bir kronolojiyle dikkatlerinize sunuyorum:

Gelenekçilik, insanın kendisini ve aklını devre dışı bırakmasıdır. Modernizm ise, tam aksi uç olarak insanın kendisini ve aklını merkeze koyması, mutlaklaştırması/ilahlaştırmasıdır.

Mü'min her iki sapmadan/uçtan da beri olmak zorundadır. Ne kendini ve aklını devre dışı bırakan, ne de mutlaklaştıran olmalıdır. Vahyi ve Rasul'ün (a.s.) vahye dayalı örnekliğini merkeze alıp, kendini onları anlama ve hayatla bağını kurmada aktif bir özneye dönüştürmelidir.

...

Rabbimiz Bakara sûresinin başında sırasıyla mü'minlerden/muttakilerden, kâfirlerden ve münâfıklardan söz eder.Mü'minler dört, kâfirler iki ayette söz konusu edilirken, münâfıklar onüç ayette konu edilir. Buradan da anlaşılacağı üzere mü'minlerin her devirde dikkatlerini daha bir yoğunlaştırması gereken husus nifak ve münâfıklar sorunudur. Zira münâfıklar mü'minlere karşı suret-i haktan görünüp diğer yandan kâfirlerle iş tutan ikircikli tavırlarıyla mü'minleri yanıltarak istikametlerini zaafa uğratabilir.

...

İslam; Alemlerin Rabbi'nin insanlara sınır çizmesi, neleri yapıp neleri yapamayacaklarını bildirmesi,

Laiklik ve demokrasi ise; insanların Alemlerin Rabbi'ne sınır çizmeye, neye karışıp neye karışmayacağını belirlemeye kalkışmasıdır.

...

Tarihselciler bilinçli veya bilinçsiz olarak, insan hevasını ilahlaştıran modernizmin teologluğu/rahipliği misyonunu yürütmektedir. İnsanların din algısına verdikleri zarar da, Cübbeli ve benzerlerinden daha yıkıcıdır.

...

Fesbuk, twitır gibi mecralar biz Müslümanlar için sadece Ukaz, Zul Mecaz panayırları gibi davet için değerlendirilecek ortamlardır. Davetimizi yapıp, sonrasında buralarda oyalanmayıp pratik hayattaki mücadelemize yoğunlaşmalıyız. Panayıra davete gidip orada kaybolma yanlışına düşmemeliyiz. Unutmamalıyız ki bu ortamlarda geçirdiğimiz fazladan her dakika bizi işimizden-sorumluluklarımızdan uzaklaştırmakta, büyük şeytan ABD'nin ise kasasına para akmasına yol açmaktadır.

...

AmeriKAN finosu alçak PKK-PYD'liler, efendileri havadan kendileri karadan Bağuz'da çoluk-çocuk demeden yakıp katlettikten sonra DAEŞ'i bitirdik diye dün Kamışlı'da kutlama yapmışlar. Oysa sizin ve efendiniz ABD'nin Rakka'da, Deyrizzor'da ve son olarak Bağuz'da işlediğiniz vahşet, DAEŞ'in vahşetini kat be kat geçti.

Barzani de, Irak işgalinde bugün sizin sırtınızı sıvazlayan büyük şeytana hizmet etmiş ve onunla birlikte nice katliamlar yapmıştı. Onun sonu ortada. Sizin de sonunuz farklı olmayacak. Fakat gücü elinize geçirince yaptıklarınız hiç unutulmayacak. Zira kişi ve toplulukların asıl niteliği gücü ele geçirdiklerinde belli olur. Siz Kürtlerin haklarını savunanlar değil, Kürtlerin yüz karasısınız.

Gerçek ve nihai adalet demek olan Cehennemi yaratan Rabbe hamd ve şükürler olsun.

Türkiye'yi yönetenler açık ve net bir tercih yapmalıdırlar. Ya Allah'tan, Rasulünden ve müminlerden yana, ya da ABD'den, Rusya'dan, kısacası küfür cephesinden yana. Bunun ortası yoktur. Bugünkü gibi her tarafı idare etmeye ayarlı politikalarla kimseyi razı edemezler. Allah'a ve müminlere yar olamadıkları gibi, insanlık düşmanı emperyalist ABD ve Rusya'ya da yar olamazlar. Ancak, tercihlerini Allah, Rasulü ve müminlerden yana kesin olarak yaptıklarında dünyada izzet, ahirette ise cennet nimeti onları beklemektedir.,

Evet Türkiye Cumhuriyeti onyıllar boyunca Kürtlerin dilini, kültürünü inkar etti, yasakladı, hor gördü. Bölgede büyük zulümler yaptı. Son 17 yılda AKP'nin ılımlı politikalarıyla Kürtler nefes alma imkanı buldu.

Kürtlerin haklarını savunma (!) iddiasındaki PKK-HDP ise, gücü ele geçirdikleri yerlerde insanların dil ve kültürlerinden öte yaşama haklarını yok ediyor. Açılım sürecinde bunu bölgede gördüğümüz gibi, Suriye'nin kuzeyinde ve son olarak Deyrezzor'un Bağuz kasabasında vahşet düzeyinde gördük.

Bugün büyük şeytan ABD'yi arkanıza alıp işlediğiniz bu suçların bedelini yarın büyük şeytan çekip gittiğinde bölge halklarıyla başbaşa kalınca çok çok ağır ödeyeceksiniz. Bağuz'da ve coğrafyanın sair bölgelerinde işlediğiniz bu zulümlerin, çoluk çocuk demeden yaptığınız toplu katliamların cezasız kalacağını sanmayın.

Soru: Diyanet nedir, ne işe yarar?

El cevap: Devlet Nevruz'u yasakladığı zamanlarda "gavur bayramı, kutlanması caiz değildir" diye fetva veren, fakat devlet yasaklama yerine Nevruz oyuncağını PKK'nın elinden alma kararı verip "Türklerin kadim geleneği olarak" benimseyince, fetvasını "caiz"e çeviren statüko dininin temsilcisi bir kurumdur.

Politikacılar zaman zaman Mehmed Akif'in "Rüku olmasa dünyada eğilmez başlar" mısraını dillendiriyorlar.

Oysa onların reel durumlarına daha uygun olan ifade maalesef şu: "Rüku ve yanısıra bir de şu Ankara'daki mozole olmasa dünyada eğilmez başlar."

Dinle küçük adam!

iHL'de davet edildiğin programda hadsizlik yaptığın yetmezmiş gibi, bir de açıklama yapmışsın "Herkes haddini hududunu bilecek" diye. Evet biz Müslümanlar da tam bunu söylüyoruz işte: Herkes haddini hududunu bilecek. Albay apoleti taşıman seni ayrıcalıklı kılmıyor. Sen de bileceksin haddini hududunu. İnsanlara olur olmaz yerde ayar vermeye kalkışmayacaksın. Hele konu M.Kemal gibi bir tağut ve dua, Fatiha gibi İslami değerler olduğunda saçmalamamayı öğreneceksin.

Bak küçük adam!

Atatürkçü Düşünce Derneği'nin toplantısına katılıp "Niçin atamızın ruhuna Nutuk okumadınız" diye hesap sorabilirsin. Ona karışamayız. Lakin Fatiha ve dua söz konusu olduğunda şunları bileceksin:

1- Fatiha, Rabbimiz tarafından tıpkı Kur'an'ın diğer tüm ayet ve sureleri gibi, ölülerin ruhuna değil, dirilerin bilincine okunmak için inzal olunan bir suredir.

2- Atanız M.Kemal, o Fatiha ile açılan Kur'an'a "Gökten indirildiği sanılan dogma" diye hakaret eden bir tağuttu.

Muhtemelen o da benzerleri gibi dindar insanların Allah rızası için varından yoğundan verdiği paralarla, bileziklerle kurulmuştur. TV5'ten söz ediyorum. Saadert Partisi'nin (r harfi bilinçli yazılmıştır) yayın organı olan bu kanal dün CHP müdürünü ağırladı. Çanak sorular, hayran bakışlar vs.

Oysa bu CHP müdürü, Yeni Zelanda'daki alçak saldırıyla ilgili olarak "İslam dünyasından kaynaklanan terör" şeklinde oryantalistçe, gavurca sözleri daha yeni sarf etmişti.

Bildiğim kadarıyla Avusturalya'da devekuşu yetişiyor. Keşke Will, o İslam düşmanı faşist senatörün kafasına tavuk yumurtası yerine devekuşu yumurtası atsaydı.

Rabbimiz; insanlar için yol gösterici, hayat rehberi olarak bildirdiği ayetlerinin gereğini yapmamanın, onlarla amel etmemenin o ayetlere zulmetmek demek olduğunu bildiriyor. 

"Amelsiz iman" ve "amelsiz, taatsız Müslümanlık" bid'atlarını Kur'an'la tashih etme gereği duymadan, atalardan devraldıkları gibi sürdüren geleneksel anlayış sahiplerine ithaf olunur:

"O gün tartı haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, ayetlerimize zulmettikleri için kendilerini ziyana sokanlardır." (A'raf, 8-9)

HDP adlı partinin (!) internette seçim reklamını gördüm. Aynen şöyle diyordu: "HDP'li belediyelerde bütçe halkındır, halka hesap verilir." Demek ki HDP lügatında PKK'nın Kandil'deki baronlarına halk deniyor.

Evet Çanakkale'de Türküyle Kürdüyle Arabıyla Çerkeziyle ilaahir Ümmetin evlatları büyük bir fedakarlık ve direniş ortaya koydular. Bununla birlikte unutmamak gerekir ki Çanakkale Savaşı, İttihatçı zalimlerin Alman emperyalizmiyle girdiği ölçüsüz ilişkiler neticesinde sürüklenilen bir emperyalist paylaşım savaşının (1. Dünya Savaşı) bir parçası olarak, Osmanlı ordusunun bir Alman gavurunun başkomutanlığına mahkum edildiği bir savaştı. Ve o savaşta Osmanlı'nın geleceğini teşkil eden bir nesil yok edildi. Koca memleket 1920'lerde üç-beş yerli gavura nasıl kaldı sanıyorsunuz.

Kısacası Çanakkale bir yıkımdı, Alman emperyalizminin çıkarları uğruna İttihatçı zalimlerce bir neslin yok edilmesiydi. Batının batıl kültürü, buna direnecek eğitimli kitle büyük oranda yok edildiğinden sonrasında yerli üç-beş gavurun eliyle Çanakkale'yi rahatlıkla geçip ülkeye hakim kılınabilmiştir. İttihatçı maceraperestliğin neticesi olarak, bir Alman gavurunun komutasındaki bir savaşa güzellemeler yapmak yerine sorgulamak, akıl ve izana daha uygun değil midir?

Bir soru: Şayet CHP'nin İBB adayının soyadı İmamoğlu değil de Rahipoğlu olsaydı bu durumda da afişlerde bu soyadı eşek nalı gibi büyük yazılır mıydı?

Yeni Zelanda'daki cami saldırısında katledilen kardeşlerimizden 19'u Filistinli.

Bu şu demektir: Siyonist işgal rejiminin işgali sebebiyle Filistinliler yurtlarından uzaklarda, ta Yeni Zelanda'da, Avustrulya'da yaşamaya mahkum durumdalar.

Müslümanlar olarak mevcut zillet halini izzete dönüştürmek için üç temel hedefimiz olmalı ve bunun için de küçük grupçuklar şeklinde gettolaşma halinden kurtulmalıyız:

1- Kıblemiz Kabe'nin bulunduğu Mekke ve Rasulullah (a.s.) ve arkadaşlarının ilk İslam devletini inşa ettiği Medine'yi (Harameyn) Suudi Amerika işgalinden kurtarmak.

2- İlk kıblemiz Mescid-i Aksa'nın yer aldığı Kudüs'ü Siyonist İsrail-Amerika işgalinden kurtarmak.

3- Yaşadığımız coğrafyalarda batının truva atı durumundaki laik rejimleri ortadan kaldırıp Allah'ın dinini/ahkamını hakim kılmak.

Zulüm bizdense ben bizden değilim diyebilmektir Rachel Corrie olmak.

Zulme, haksızlıklara amasız, fakatsız karşı durabilmektir.

Fıtri-insani, ahlaki varoluş zeminini yitirmemektir.

Sadece siyonist işgalci kuduzlara değil, onların hem hâmisi hem finosu kendi ülkesi AmeriKAN alçaklığına da dimdik karşı durabilmektir.

Bireyciliğin, adam sendeciliğin, anı yaşama hazcılığının hüküm sürdüğü bu postmodern tuğyan çağında mazlumlar için ayağa kalkıp onların haklarını savunurken ölebilmektir.

Velhasıl insan olabilmek ve insan kalabilmektir Rachel Corrie olmak.

Namaz kılanlar ikiye ayrılır:

1- Namazını hayatına taşıyanlar.

2- Hayatını namazına taşıyanlar.

Namazını hayatına taşıyanlara selam olsun.

Ömer (r.a.) "Bizim arkadaşlarımız cennette, sizin ölüleriniz ise cehennemde" sözünü Uhud'da Rasulullah (a.s.)'la birlikte sığındıkları dağ kovuğunda müşrik önderlere hitaben söylemişti.

Bugün ise bizler bu gibi sözleri onlar gibi izzet üzere değil maalesef zillet üzere bir teselli olarak söylüyoruz.

İslam'ın/Müslümanların devletini kurmadan da bu hali yaşamaya mahkumuz maalesef. Yeryüzünde ufak bir coğrafyada da olsa Müslümanların İslam üzere hareket eden bir devleti olsaydı Müslümanlar bu kadar savunmasız olur muydu?

Evvâbin'den olmak... Yani sürekli olarak duygu, düşünce ve yaşayışta yüzü Rabbul âlemine dönük olanlardan, her an O'nun rızasını hedefleyen bir yöneliş içinde bulunanlardan, sürekli O'na hesap verme bilinci içinde olarak, hatada ısrar etmeyen, hep O'nun rızasına dönenlerden olmak.

Rabbimizin Kur'an'da övdüğü ve özendirdiği mü'min hasletlerinden biridir Evvâbin'den olmak.

...

Yeni Zelanda'da iki camiiye yapılan ve 49 kardeşimizin katledildiği saldırılarla İngiliz emperyalizminin tıkanan Brexit süreci arasında bağ olabilir mi?

İngiltere ve ABD'nin resmi açıklamalarında olayla ilgili terör ifadesini kullanmaktan kaçınması da göz önüne alındığında küresel istikbarın bir kanlı operasyonuyla karşı karşıya bulunduğumuz ihtimali ağır basıyor.

...

İslam düşmanı birkaç haçlı zihniyetli hıristiyanofaşist camilere saldırıp Müslümanları katlettiğinde dehşete düşüp (!) kınama mesajları yayınlayan dünya liderlerinin çoğunun, gerçekte tıpkı bugün Yeni Zelanda'da katliam yapan o katiller gibi ya doğrudan cami katliamcısı veya o katliamların işbirlikçisi olduğunu da unutmamak gerekir.

Son birkaç yılda işgalci ABD ve Rusya'nın Rakka'da, Musul'da, Deyrizor'da, Haleb'de, İdlib'de füze veya bomba atarak içindeki Müslümanlarla birlikte yerle bir ettiği cami sayısını biliyor muyuz? Sadece onlarca diye ifade edilen birçok camimizin içindeki Müslümanlarla birlikte yok edildiğini biliyoruz.

Dolayısıyla konuyu bugün Yeni Zelanda'da katliam yapan birkaç faşist caniye indirgemek doğru olmaz. Onlar yalnızca Trump'ın, Putin'in vs küçük prototipleri.

...

Yeni Zelanda'nın Christchurch şehrinde iki camiye Cuma namazı sırasında hıristiyanofaşist teröristlerce gerçekleştirilen silahlı saldırılar sonucu katledilen Müslümanların sayısı 40'a yükseldi.

Müslümanlara dünyayı dar etmeye çalışan tüm küfür güçleri ve onların İslam karşıtı söylemlerle tahrik ettiği faşistler kudursalar da inşallah dünya İslam'ın hakimiyetine gebedir.

...

- Beka sorunumuz var beka. Bu seçim beka seçimidir.

- Madem beka sorunu var, o halde hiç değilse Avrupa Birliği'nin talepleri ve sağladığı fonlarla iktidarınız tarafından yürütülen ve toplumun son kalesi durumundaki ailenin temellerine kibrit suyu döken kadın ve aile politikalarını terk etseniz...

- Ey Netahyahu katilsin katil.

- Konuyu niçin değiştirdiniz, beka meselesini ve bununla ilgili olarak aile konusunu konuşuyorduk. İktidarınız ve iktidar çevresindeki başları örtülü ve fakat kalpleri örtüsüz feministlerce AB rızası için yürütülen aileyi yıkmaya yönelik politikaları konuşuyorduk.

- İnlerine gireceğiz inlerine.

- Ben size, batılı gavurların bizzat iktidarınıza uygulattığı kadın ve aile politikalarıyla toplumun inlerine girdiklerini söylüyorum, sizse konuyu değiştirip slogan atmaya devam ediyorsunuz.

...

İran için "Kudüs davası" söyleminin, sadece bir politik yayılmacılık aracı olduğu, "Kudüs Gücü" ve "Kudüs Sancağı" gibi adlar taşıyan askeri ve milis güçleriyle Kudüs'teki siyonist işgale müdahale etmek yerine, 8 yıldır bu güçlerle Suriye'de Müslüman kanı dökmesiyle apaçık ortaya çıkmıştır.

Dün Dera'da, Hama'da, Haleb'de, bugünse İdlib'de Rusya ve Esed'le birlikte Müslüman kanı dökülmesine ortaklık eden bir "Kudüs Gücü". Kudüs sizden fersah fersah beridir.

...

Muhafazakârlarla aramızda şöyle devasa bir fark var:

Onlar vatana, millete, devlete bağlı bir din istiyorlar,

Biz ise ed-Din'e bağlı vatan, millet ve devlet istiyoruz.

...

İnfakta zirveye oynayan (!) biri arkadaşına "İki evim olsa birini sana bağışlardım" demiş de, arkadaşı "Bir çift ayakkabıya ihtiyacım var, sende iki-üç çift vardır" deyince cevap "Her bir çiftini ayrı mevsimlerde giyiyorum, veremem" olmuş ya,

Siyonist işgal rejiminin son Mescid-i Aksa baskınları sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın esip gürlemesi de biraz buna benziyor.

Oysa neticede pratik bir değeri olmayan esip gürlemelere gerek yok, siyonist işgalci katillerle her yıl artış trendi gösteren ticari ilişkileri sonlandırırsın, haydi çıtayı biraz daha düşürelim azaltırsın olur biter.

...

AKP Bahçelievler belediye başkan adayı, Şirinevler civarında "Regaib kandiliniz mübarek olsun", Yayla civarında ise "Kadınlar gününüz kutlu olsun" afişleri astırarak Makyevelizmde ne kadar iddialı olduğunu şimdiden kanıtlamış oldu.

...

İslam ve beşeri ideolojilerin temeldeki farklılığı:

- İslam: Her şey Allah'a göre ve Allah içindir.

- Laiklik-Humanizm: Her şey insana göre ve insan içindir. (Tabii burada "insan"dan kasıt batı burjuvazisi ve onların zihinsel olarak köleleştirdikleridir.)

- Kapitalizm: Her şey sermayedara göre ve sermayedar içindir.

- Milliyetçilik: Her şey Türk'e göre ve Türk içindir. Kürd'e göre ve Kürd içindir. Arab'a göre ve Arab içindir. Vs.

...

"Katılım bankasına en iyi İslami banka ödülü" haberi üzerine: "İslami banka"ymış. "Merhametli seri katil" gibi bir şey yani!

Gidin istediğiniz kadar kapitalistlik oynayın, fakat Rabbimizin yağma ve yığma karşıtı, paylaşımcı aziz dini İslam'ı bu işlere karıştırmayın.

...

Ağacın sağındaki dallarda yetişen elmalara armut denir.

Saçma bir söz değil mi?

İsmet Özel kalp krizi geçirmiş de oradan çağrışım yaptı.

Anlayan anlamıştır.

(Not: İsmet Özel maddi planda kalp krizini yeni geçirmiş olabilir, fakat asıl "kalp krizini" İslam'ın cihanşümul öğretisi yerine bâtıl batı menşeli nationalizmin en bayat ve bayağı biçimine, üstelik İslami argümanları da payanda kılarak savrulduğu zaman yaşamıştı. Kalbin istikametini şaşırıp "sağa" - "sola" savrulması krizinin yanında maddi plandaki kalp krizi çok bir şey ifade etmez. Üç gün az veya çok yaşamışsın çok mu önemli. Önemli olan istikamet üzere yaşamak ve öylece ölmektir.)

...

Cezayir halkı, felçli ve tekerlekli saldalyeye mahkum olan Buteflika tağutunun bu haliyle bir kez daha devlet başkanlığına aday olmasına karşı gösteriler düzenliyor.

Bu gösterilerde dile getirilen argümanlardan biri şu: "Ölüye yapılacak en büyük ikram onu gömmektir."

Cezayirliler isyanlarında olduğu gibi bu söylemlerinde de çok haklı. Bizim halimizi bilseler ne düşünürler acaba. Türkiye toplumu olarak, 1938'de ölen bir adamı halen gömemedik.

Gömmek ne kelime, bütün bir toplum 1938'de ölen adamı tazim etmeye, ona tapmaya zorlanıyor.

...

"Davutoğlu'nun gazetesi" olarak nitelenen Karar gazetesinde yazan ve zaman zaman ezber bozan önemli yazılarını okuduğumuz Yıldıray Oğur, Taksim'de 8 Mart akşamı yaşanan protesto gösterisi sırasında, ezanın da okunduğu anlarda ıslık ve alkışların yükselmesiyle "ezanın protesto edildiği" şeklinde gündeme gelen olaya dair bir yazı yazdı ve olayın ezanı protesto olmama ihtimalini gündeme getirdi. Araştırılması gereken bir yaklaşım.

Ne var ki Oğur'un yazısının son kısmında kullandığı bir ifade, edilmişse ezanın protesto edilmesinden daha yıkıcı bir niteliğe sahip bu toplum için.

"Birbirimize bayılmak zorunda değiliz, ama farklı siyasi, ahlaki, dini tercihlerin birlikte yaşadığı bir ülkede ortak asgari bir zemin bulmaya çalışmak lüks değil zorunluluktur."

Farklı siyasi ve dini tercih kısmını anladık da bu "farklı ahlaki tercihler" zırvasını nereden peydahladın be Yıldıray Oğur? Rabbimizin yarattığı fıtrata razı olmayıp tuğyan ederek sapkın eğilimlere yönelmek ne zamandan bu yana "farklı ahlaki tercih" oldu?

Bu yıkıcı ifadenin yer aldığı yazının dindar-muhafazakâr bir ekibin gazetesinde yayınlanıyor olması ise işin vahametini kat be kat artıran bir durum.

...

Ercümend Özkan ve birkaç arkadaşı, bir yazlık evin çardağında hadis konusunu müzakere etmektedirler. İçlerinden biri, Rasulullah aleyhisselamdan rivayet edilen “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz” hadisini hatırlatıp bununla tıpkı mevcut geleneksel algıda olduğu gibi Hz. Ebubekir, Hz. Ali gibi öncü sahabilerle Rasulullah'a ancak Medine döneminin sonlarında tâbi olan Ebu Hureyre gibi Müslümanları eşitlemeye kalkışınca, Ercümend abi o arkadaşının kolundan kapıp “Gel şu yıldızlara bak, hepsi aynı yanıyor mu, hepsi aynı ışığı veriyor mu, bazısı çok parlak, bazısı yanıp sönüyor” diye açıklamada bulunuyor. Hakikaten enteresan bir örneklendirme.

...

Ne kadar göz yaşartıcı bir tablo. Muhtar adayından belediye meclis ve belediye başkan adayına kadar hiçbir adayın makam-mevki gibi bir derdi yokmuş. Tüm bu rekabetin, gürültü-patırtının tek sebebi hizmet yarışıymış!

...

Ezan konusunda insanlar üç kısma ayrılır:

- 8 Mart akşamı Taksim'de yaşandığı gibi ışıktan rahatsız olan yarasalar misali onun okunmasından rahatsız olan ve onu susturmak için çabalayan azgın azınlık.

- Ezanın okunmasından huzur ve huşu duyan, ezansız bir memlekette yaşamayı zul kabul eden ve fakat ezanla ilgili duyarlılığı bunun ötesine geçmeyen muhafazakâr çoğunluk.

- Ezanın okunmasından huzur ve huşu duydukları gibi, onun şiarlarının yaşadıkları coğrafya ve tüm yeryüzünde hükümran kılınması duyarlılığına sahip olan ve bu uğurda gayret gösteren müstesna insanlar.

...

Rabbimiz ezandaki şiarların yeryüzüne hâkim kılınmasını istiyor, toplumlar ise ülkelerinde ezanın okunup salt gökkubbede hoş bir seda olarak kalmasına rıza gösteriyor.

Rabbimiz Kitab-ı Kerimin hükümlerinin yeryüzünde temel yasa kılınmasını istiyor, toplumlar ise Kur'an'ın yanık sesli hafızlarca okunmasıyla mest oluyor, diğer yanda ise insan hevasına dayalı laik anayasaların destekçiliğini yapıyor.

Rabbimiz, yöneticilere Kitab-ı Kerimiyle hükmetme sorumluluğu yüklüyor, toplumlar ise Kur'an okuyan yöneticiye fit oluyor.

Kısacası topluca ve kapsamlı şekilde bir imani dönüşüm seferberliğine ihtiyacımız var.

...

Jakoben laikliğe, jakoben feminizme vs karşı İslami kimlikle direnmek zor değildi, zira orada hakla bâtılı ayırt etmek kolaydı. Fakat şimdi AKP'nin vizyona koyduğu anglo-sakson laiklik, anglo-sakson feminizm gibi "İslam soslu" fısk, fücur ve tuğyan ideolojilerine karşı direnmek her baba yiğidin işi değil. Derin kavrayış, sıkı duruş gerektiriyor.

Pirincin içindeki beyaz taştan söz ediyoruz çünkü. Çok titiz olmak gerekiyor, aksi takdirde pirinç diye taşı dişlemeniz ve dişlerinizin (akidenizin) paramparça olması kaçınılmaz. Şu an Türkiyeli Müslümanların yaşadığı irtifa kaybı ve cahiliye düzeni karşısındaki akidevi duruşu yitirme sorununun temelinde bu acı gerçek yatmaktadır.

...

Bâtılın sesi gür çıkıyor, yeryüzünün gündemini (olması gerektiği üzere hak-bâtıl çatışması yerine) bâtıl-bâtıl çatışmaları belirliyor. Çünkü hakkı pratikte temsil edip onun şahitliğini yapacak sağlıklı, nitelikli, ilkeli, istikamet üzere istikrarlı bir İslami hareket hattı oluşmuş değil maalesef.

Yeryüzünün her yanında İslam adına bir şeyler yapmaya çalışan topluluklar var, fakat nitelikli, güçlü ve Kur'ani-Nebevi mücadele fıkhında ısrarlı bir güçlü yapı henüz yok. Bâtılın şimdilik sesinin gür çıkması ve gündemi belirlemesi bundan. Zira hak gelince bâtılın zail olması kaçınılmazdır.

...

"Beka" konusunda gerçekten ciddi ve samimi olduğunuzu bilsem size bir çift sözüm olurdu, fakat yapıp-ettiklerinize ve yapıp-etmeyi sürdürdüklerinize bakınca bu söylemin sizin açınızdan salt bir seçim gündemi olduğunu görebiliyorum.

Bu coğrafya ve üzerinde yaşayan toplumun beka sorunu var mıdır? Hem de nasıl.

Lakin 150 yılı geçen ve 1923'te ise kemalist tuğyan rejiminin kurulmasıyla azgınlaşan batılılaşma/bâtıllaşma süreci artık toplumun iliklerine kadar işlemiş bir noktaya ulaştı. "Son kale" aile mefhumu da artık yok olma aşamasında.

Ve siz, beka sorunundan söz eden politikacılar, bâtıl batının feminist politikalarının hamallığını yaparak bu tahribata yıllardır ortaklık ettiniz. Ve bu coğrafyada beka sorununun bir numaralı müsebbibi kemalist tuğyan rejimini 100. yılına hazırlamakla meşgulsünüz.

Bu coğrafyanın ve toplumun bekasının yegane adresi bellidir. Batının insan hevasına dayalı tuğyan ideolojilerini terk edip, Âlemlerin Rabbi'nin hayat nizamına tâbi ve teslim olmak.

...

Ne yaparsan yap, nasıl yaşarsan yaşa cennete gitmen garanti! İşte Kur'an'la sağlaması yapılmayan rivayet kültürünün inşa ettiği din anlayışı:

"Hadislerde belirtildiğine göre bütün şefaatçilerin şefaat etmesinden sonra hayırlı hiçbir ameli bulunmayan cehennemdeki müminlere de kullarına karşı çok merhametli olan Allah şefaat edecek, böylece “rahmânın âzatlıları” adı verilen bu grup da cennete girecektir." (Buhârî, Tevḥîd, 24; Müslim, Îmân, 302)

...

Türkiye toplumunda kadınların yüzde 70'i (çoğunluğu geleneksel de olsa) örtülü. Örtüsüz kadınlar azınlıkta yani.Bunun niçin hatırlattım? AKP'nin 8 Mart vesilesiyle sağa-sola astığı afişlerde, örtüsüz kadınların arasına başörtülü bir kadın lütfen yerleştirilmiş.Türkiye sosyolojisi açısından bakıldığında bile aslolanı arizi, çoğunluk olanı azınlık konumuna indirgeyen bu AKP zihniyeti mi Türkiye'deki hâkim laik-kemalist tuğyani kültürü değiştirecek?

...

17 yılın sonunda geldiğimiz nokta: İslam'ın, bâtılı imha ve hakkı-adaleti inşa öğretilerini artık Müslümanlara bile anlatamamak! Bir ampul uğruna ya Rab, ne güneşler battı. "Ey iman edenler, iman edin..."(Nisa 136)

...

16 yıl önce iki kardeşini katledip hapse girmiş bir cani, hapisten çıktıktan iki yıl sonra şimdi de yanlarında yaşadığı iki oğlunu, kardeşini ve bacanağını katletmiş.İstanbul'da yeni yaşanmış olan bu elim olayı şunun için söz konusu ediyorum: Son yıllarda bazı aklı evvel zevat çıkıp "Devletin dini olmaz, devletin dini adalettir. Devletin hangi ideolojiyle yönetildiği değil adil olup olmadığı önemlidir" gibi elfaz-ı küfür kapsamına girecek sözler söylüyor.Oysa Rabbimizin insanlar için belirlediği ahkâmı uygulamadan adaleti sağlamak mümkün müdür? İslam ahkâmını uygulamayan bir devlet, nisbi-görece kimi adil uygulamalar dışında nasıl adil devlet olacaktır?İstanbul'da yaşanan şu elim olay üzerinden değerlendirilecek olursa, şayet 16 yıl önce o caniye kısas uygulanmış olsaydı bugün dört can onun zulmünden kurtarılmış olacaktı.

Her devletin bir dini vardır. Ya Türkiye de dahil mevcut çoğu devlet gibi tamamen insan hevasına dayalı laiklik dini, ya İran ve Vatikan gibi muharref din anlayışlarına dayalı bir din anlayışı ya da olması gerektiği gibi Âlemlerin Rabbi'nin kulları için belirlediği ahkâma dayalı tevhid-adalet dini.

İslam'ın ahkâmında insanlar için hayat ve adalet, onun dışındakilerde cinayet, sömürü ve zulüm vardır.

...

İnsanların çoğu (ekserun nas) maalesef dün de böyleydi, bugün de böyle:

"Nuh dedi ki: Rabbim! Onlar bana karşı geldiler ve malı ve çocukları kendisinin zararından başka bir şeyini artırmayan kimselere tâbi oldular." (Nuh, 21. ayet)

...

Bir karganın parkta insanların attığı çöplei alıp çöp kutusuna atmasına dair fotoğraf üzerine: Kargalar ilk insanlardan bugüne insana öğretmeye devam ediyor:

"Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermesi için, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. 'Yazık bana, ne kadar aciz kaldım. Şu karga kadar olup kardeşimin cesedini gömemedim' dedi. Sonra yaptığına pişman oldu." (Maide, 31. ayet meali)

...

Taşı gediğine koymak veya pası gole çevirmek diye buna denir.

Akşam Pakistan-Hindistan geriliminin konuşulduğu bir programda bir emekli general:

- Pakistan ordusu subayları sürekli olarak Türkiye'de askeri eğitimlere katılıyorlar.

Program konuğu bir gazeteci:

- Demek ki Pakistan'da bu sebeple ikide bir darbe oluyor.

...

Genç kardeşim, İslam için bir şeyler yapmak için çırpındığının farkındayım. Rabbim gayretini daim kılsın.

Fakat şunu bilmelisin ki, İslam için yapacağın en önemli şey, onun adına yanlış yapmamaktır.

Unutma ki hoşkörü olanlar da, şiddet körü olanlar da, demokrasi körü olanlar da hep İslam için bir şeyler yapmak için yola çıkmışlardı.

Sonuç ortada.

...

Son 17 yılın özetinin özeti acı bir tesbit: "Başörtüsü meselesini kazandık, fakat tesettür davasını kaybettik."

Takva bilinci ve bütünlüğünden koparılan her şey İslam ve Müslümanlar adına kaybedilmiş demektir.

Dünyada da âhirette de kazanmak ancak takva eksenli bir hayatla mümkündür.

...

Artık yaşlandık. Hem yaş itibariyle hem tecrübe itibariyle. Dolayısıyla zaman zaman gençlere tavsiyelerde bulunabiliriz.

İslam'ı öğrenmek ve İslam'ı Mü'minlerle birlikte yaşamak için istikamet üzere hareket ettiğini düşündüğünüz bir topluluk içinde bulunun. Yani birlikte hareket ettiğiniz bir cemaatiniz, grubunuz olsun.

Fakat asla hizipçi olmayın, zihin ve ufkunuzu bir grubun dar kalıplarına hapsetmeyin. O topluluğun dışındaki Mü'minlerden de faydalanmayı ihmal etmeyin. Bulunduğunuz topluluğun ufkuyla ufkunuzu daraltmak yerine, o topluluğun ufkunu da genişletecek bir özgünlüğü temsil edin.

...

AKP'nin İzmir'de "şarabı küresel marka yapacak" vaadinde bulunan birini, CHP'nin ise İstanbul'da soyadı "İmamoğlu" olan birini aday göstermesi ve reklam afişlerinde eşek nalı gibi büyük puntolarla bu soyadını öne çıkarmasının sebebi, her iki partinin de kendi tabanlarını çantada keklik olarak görmeleri ve diğer keklikleri çantaya nasıl koyabiliriz hesabına odaklanmış olmalarıdır. 

Bu toplum, Allah'ın insana en büyük ikramı olan aklını kullanmayı öğrenmediği müddetçe de bu şekilde çantada keklik olmaya ve bu muameleye maruz kalmaya mahkum olacaktır.

...

Ali Şeriati'nin, "Osmanlı'yı en azından Müslümanların izzetini koruduğu için seviyorum" şeklinde bir sözünü okumuştum. Tabii ki Osmanlı, meşru bir devletin olması gerektiği üzere "dinin devleti" yani tamamıyla İslam'ın hükümlerine göre ve İslam için hareket eden bir devlet niteliği yerine, "dinin devleti" ile bizantinist "devletin dini" anlayışının harmanlandığı eklektik bir anlayışın hâkim olduğu bir işleyişti.

İşte bu yapısıyla dahi, 1517'de Mısır'ın alınmasıyla üstlenilen Hilafet kurumu çok önemli bir fonksiyona sahipti. Müslümanların izzetini koruyordu.

Bu coğrafyadaki asrın tuğyanının baş aktörü M.Kemal 3 Mart 1924'te Hilafeti lağvederek işte bu izzeti emperyalist İngiliz kâfiri adına yok etti.

Kurulan yeni devlet, tamamen bizantinist bir anlayışla, İslam'la bir taraftan açıkça savaşırken diğer taraftan da Diyanet kurumu üzerinden "devletin dini" anlayış ve işleyişini oluşturdu. 

Allah'ın dini İslam, 1923 itibariyle kurulan fısk, fücur, küfr ve şirk düzeninin ilhad ve irtidad politikaları doğrultusunda araçsallaştırıldı. İşte bugünün muhafazakârları ve onların aktif destekçisi kimi İslami (!) çevreler, netice itibariyle böyle bir düzeni 100. yılına hazırlamaktadır.

...

- Haydi namazımızı kılıp derbi maçını izlemeye gidelim.

- Peki namazımız ne der bu işe?

- Nasıl yani, namazımız ne diyecek ve nasıl diyecek? Dili mi var namazın, iyi misin sen?

- Anlayana, kavrayana, onu kılıp aradan çıkarana değil fakat ikame edene öyle sarih bir dili, net-açık mesajı var ki namazın.

- Tamam da bunun derbi maçı izlemekle ne ilgisi var arkadaş?

- Doğrudan, birebir ilgisi var. Namaz, hayatı ve hayatın her anını Allah'a adamanın sembolik ifadesi, talimidir. Namazdan çıkıp, egemenlerin halkların afyonu olarak kullandığı, sömürü ve kumar aracı ve putubol bir sektör olan profesyonel futbolun taraftarı-seyircisi olmak namazı da İslam'ı da hiç anlamamış olmak demektir.

...

İSKİ "Sular iki gün boyunca kesilecek" diye duyuru yayınlandığında evde ne kadar kap-kacak varsa doldurup hazırlığını yapıyorsun ve fakat Rabbimiz, çetin Hesap Günü ve ebedi hayatın için onca izah ve uyarı yapıyor sen bana mısın demiyorsun.

Allah'ı (haşa) İSKİ kadar ciddiye almıyor ve iki gün su sorunu yaşamaktan endişe ettiğin kadar âhiretin konusunda endişe taşımıyorsan hiç değilse Müslim olduğun zannıyla kendini kandırma.

...

Tv Net'te bir uluslararası ilişkiler uzmanı, eleştirel olarak değil bir tesbit olarak şunu ifade ediyor: "Türkiye ile İsrail arasında siyaseten gerilim var fakat ticari ilişkiler artarak devam ediyor."

Kısacası besle siyonisti oysun Filistinli mazlumun gözünü. Veyl olsun.

...

"Rasulullah (a.s.) kendisinden yardım isteyenlere yardım ettikten sonra sürekli istemeleri durumunda onlara afif olmalarını, varlıklı gibi davranmalarını ve sabırlı olmak için çaba göstermelerini öğütlemiş, böyle yapmaları halinde Allah’ın kendilerine yardım edip ihtiyaçtan kurtaracağını bildirmiş ve 'Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet verilmedi' buyurmuştur."(Buhârî, Zekât, 50; Riḳāḳ, 20; Müslim, Zekât, 124)

...

İktidar partisinin İstanbul adayı Binali Yıldırım, çalışan anneler için 955 adet kreş açacakları vaadinde bulunuyor. 

Bu kadar kreş açmak, feminist aile ve kadın politikalarıyla zayıflatılan annelik ve aile müeessesinden doğan boşluğu doldurmaya çalışmak demektir.

Bu yıkıcı politikalarla kadını evinden, yavrularından koparıp kapitalist çarkların gönüllü kölesi yapacaksınız, sonra da kalkıp iyi bir şey yapacakmış gibi kreş açmayı seçim vaadi olarak duyuracaksınız.

...

Esed rejimi, işgalci Rusya ve İran desteğinde İdlib'de katliam yapmayı sürdürüyor. Bir hava saldırısı sonrası bir çocuğun enkazdan kurtarılması kameralara yansıdı. Zalimler için yaşasın cehennem.

...

Ali Şeriati "Eleştirinin bittiği yerde putçuluk başlar" diyor ya. Buna bir de "Kör ölür ela gözlü olur" duygusallığı eklenince putlaştırma ameliyesi kaçınılmaz oluyor. Bu durumun son örneklerinden biri, Türkiye'de sağcısından-solcusuna, muhafazakârından-muvahhidine neredeyse herkesin Erbakan güzellemeleri yapıyor olması.

"Biz bu sistemin emniyet sibobuyuz. Biz olmasak radikaller gelir" sözünün sahibi olan, ölmeden kısa süre öncesinde bile, kendisine darbe yapan orduya ve darbe babası Demirel'e iltifat edecek, "aziz dostum" diyecek kadar pragmatist bir politikacı, neredeyse Müslümanlar için örnek şahsiyet ilan edilecek. Yavaş olun.

...

Bir ülkede kapitalist yağma ve yığmacılar (Bankalar, Holdingler) ekonomi düzeni ve politikalarından memnun ise (Niçin olmasınlar ki, sürekli yüzde 200-300 oranlarında kârlar açıklıyorlar) ve Müslüman olduğunu söyleyenlerin çoğu da ibâdetlerimizi eda ediyoruz, başörtümüzle okula gidebiliyoruz deyip mevzuyu kapatıyorsa orada İslam nedir, ibâdet nedir hiç anlaşılamamış demektir.

...

İçişleri Bakanı diyor ki "15 bin yeni polis alımı yapacağız. Çoğunu da İstanbul'a vereceğiz. Böylece İstanbul'u dünyanın en güvenli şehri haline getireceğiz."

Kusura bakmayın fakat bu mantıkla değil 15, 50 bin de polis alıp İstanbul'a verseniz o dediğiniz olmaz.

İstanbul'un ve diğer şehirlerin gerçekten güvenli şehirler olmasını istiyorsanız, yapmanız gereken bellidir.

Fısk ve fücurun kaynağı olan bâtıl batının laiklik, kapitalizm, liberalizm, nasyonalizm, feminizm gibi insan hevasına dayalı ideolojilerini kökünden reddeden ve İslam'ın hayat menbaı değerlerini topluma kazandırmayı esas alan bir eğitim-öğretim inkılabı yapacaksınız.

Bakın bakalım fısk ve fücur o zaman nasıl marjinalleşiyor, güven toplumu nasıl inşa oluyor.

...

Avrupa liderleri "İnsan hakları" adlı iki yüzyıllık helvadan putlarını bu kez 9 gencin idam edildiği Mısır'da cuntacı Sisi'yle tokalaşarak yiyor.

"İran İslam (!) cumhuriyeti" dini lideri Hamaney ise Esed denen katille bir kez daha sarmaş dolaş poz veriyor. Dünyanın çivisi maalesef tam çıkmış.

...

"Mersin'de 2 kişinin öldüğü kuyumcu soygununun güvenlik kamerası görüntüleri ortaya çıktı. Görüntülerde maskeli soyguncunun çalışanı vurduktan sonra soğukkanlı bir şekilde altınları çalmaya devam ettiği görüldü."

Bir yıl içinde binlerce kişi alçak hırsızların bu gibi saldırılarıyla hayatını kaybediyor. Bugün sınırlı aklını ilah edinmiş modern kafalılar ise, İslam'ın hırsızlığı ahlaken yok eden bir toplum inşasından sonra halen bu alçaklığı sürdüren olursa elinin kesilmesi konusundaki hükmünü ağır buluyor.

Bazı modernist çokbilmişler de (haşa) Âlemlerin Rabbi Allah'a din öğretmeye kalkıyor ve bu çağda bu cezanın olamayacağı hezeyanını savuruyor.

Mehmed Alagaş "Din Gerçeği ve İslam" kitabında bu konuyu çok güzel anlatıyordu yıllar önce. Doktor kangren olmuş ayağı kestiğinde hastanın yakınları onu suçlamaz, aksine vücudun kalan kısmını kangren olmaktan kurtardığı için teşekkür eder. Toplumdaki üç-beş hırsızın elini kesmek de hem böyledir hem de son derece caydırıcı ve ibretlik bir cezadır.

Allah'ın hükmüyle hükmetmeyenler fâsıkların, zâlimlerin ve kâfirlerin ta kendileridir. (Bkz: Maide 44, 45, 47) 

Vesselam.

...

"Onlar bir fenalık yaptıklarında yahut kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlar ve günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir? Onlar işlediklerinde bile bile ısrar etmezler." (Âl-i İmran, 135)

Sünni paradigmanın temel yanlışı; "Allah'a itaattan ayrılıp yoldan çıkmak" demek olan fâsıklığı İslam içinde telakki etmesi ve "Fâsık Müslüman" gibi ucube bir kavramsallaştırma üretmiş olmasıdır.

Oysa yukarıdaki ayette de Rabbimizin bildirdiği üzere Müslüman günahta ısrar etmeyen, Allah'a teslim olmuş, Rabbine itaat üzere olan insandır.

"Hiç mü'min kişi fâsık bir kimse gibi olur mu? Bunlar bir olmazlar." (Secde, 18)

...

Hadis konusunu ilim ve iz'andan yoksun olarak, sloganik bir düzlemde ele alan, hadis alimlerinin derlediği kitapları Allah'ın Kitabı gibi "la raybe fihi" konumuna çıkaran bir ölçüsüzlüğü temsil ettikleri halde, bu konuya tıpkı öncü sahabiler gibi Kur'an ve yaşanarak gelen sahih Sünnet merkezli bir ilim ve iz'an düzleminde yaklaşan Müslümanlara bile "hadis inkarcısı" gibi ucuz bir hafta takmaya tenezzül edebilenler var maalesef.

Şahsen bu konunun, Buhari, Ebu Hanife için şöyle demiş, filanca alim diğeriyle ilgili şu tanımı yapmış gibi spekülatif düzlemlerde değil, gerektiği zaman ve gerektiği kadarıyla Kur'an nasları ve sahih Sünnet ile eldeki mevcut rivayet malzemesinin karşılaştırılmasının yapılması düzleminde ele alınmasının daha sağlıklı ve üzüm yemeye uygun bir tutum olduğunu düşünüyorum. Diğer türlüsü üzümü bir tarafa bırakıp bağcı dövme yaklaşımını öne çıkarıyor, ister istemez. Oysa "Onlar bir ümmetti, geldi geçti."

Şimdi, "Sahiheyn" olarak bilinen Buhari ve Müslim'in eserlerinde yer alan bir rivayet paylaşacağım. İnsanları haramlara, günahlara yaklaşmamaya çağıran, günahta ısrarın neticesini ebedi cehennemlik olmak gibi bir akibet olarak niteleyen Allah'ın Kitabı ve ona mutabık hadislerle temelden çelişen ve büyük günah işlemeyi adeta teşvik eden bu rivayeti savunabilecek bir selim akıl ve iz'an sahibi olabilir mi?

"Ebu Zer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdular ki: Bana Cebrail aleyhisselam gelerek 'Ümmetinden kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer müjdesini verdi' dedi. Ben, 'Zina ve hırsızlık yapsa da mı?' diye sordum. 'Hırsızlık etse, zina yapsa da' cevabını verdi. Ben tekrar 'Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!' dedim. 'Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!” (Allah Rasulü dördüncü keresinde ilave etti): “Ebu Zer patlasa da cennete girecektir.” (Buhari, Tevhid 33; Müslim, İman 153, (94); Tirmizi, İman 18, 2646)

Bakara 17-18, 80-82, Nisa 31, 122-124 , Necm 32 ve benzeri yüzlerce ayetle yüzde yüz çelişen bu rivayeti reddedip, Allah Rasulü'nü (a.s.) bu Mürcie rivayetinden beri kılan bir kimse hadis inkarcısı, bunu savunanlar ise hadis savunucusu olacak öyle mi?

Lütfen insaflı ve i'zanlı olalım. Buhari'nin, Müslim'in kitaplarından faydalanın (ki biz de faydalanıyor ve kendilerine, ciddi bir çabayla bu eserleri teşkil edip bize Allah Rasulü'nden haberler taşıma gayreti gösterdikleri için şükran da duyuyoruz), fakat eserlerini mutlaklaştırarak Buhari'yi, Müslim'i rableştirmeyin.

Buhari'nin, Müslim'in usulünün, tek kanatlı bir kuş gibi olduğunu, sened tenkidiyle meşgul olduklarını ve fakat Hz. Aişe, Hz. Ömer, Hz. Ali gibi öncü sahabilerin bu konudaki temel usulü olan, rivayetleri Kur'an'a ve Allah Rasulü'nün pratiğine arz yöntemini ihmal ettiklerini kabul edin.

...

Kur'an'la bizim halimiz arasında şu kadar bir uçurum var:

Kur'an'a göre "Mü'minler kardeştirler." (Bkz: Hucurat, 10)

Bizlerin pratiğinde ise "Bazı mü'minler kardeştirler."

...

"NATO tatbikatına Türkiye'den güçlü destek" haberi üzerine: Hey gidinin Müslüman (!), bağımsız (!) ve anti-emperyalist (!) Türkiyesi...

...

"Yarım bir hurmayla da olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyun." (Hadis rivayeti, Buhari, Zekat 9, 10)

Bunun da ötesinde tebessümü de sadaka olarak niteleyen bir Rasul'ün ümmetiyiz elhamdulillah. Dolayısıyla iyilik yapmak için illa büyük imkanlara sahip olmak gerekmiyor. Her fırsatı değerlendirmemiz lazım.

Mesela kendi adıma yapmaya çalıştığım bir uygulama olarak; evdeki plastik ve karton atıkları ayrı bir poşette toplayıp, çöp konteynırının içine değil yanına bırakıyorum. Atık toplayıp geçinmeye çalışanların işini kolaylaştırmak için. 

Herkes bunu uygulayabilir.

...

Müslümanlar olarak düzeltmemiz gereken o kadar sorunlu halimiz var ki. 

Mesela hepimizin dilinde bal damlar gibi bir kardeşlik söylemi var. Konuşunca, yazınca kardeşlikten söz ediyor, muhataplarımıza kardeşlerim diye hitap ediyoruz.

Oysa gerçekte istisna Müslümanlar hariç herkes kendi dar hizbini kardeş biliyor, onun dışında kalanları bu kardeşlik dairesine zinhar yanaştırmıyor.

O kadar ki, fikri mutabakat anlamında yüzde yüze yakın bir ayniliği olan insanları bile, dar hizbi konforun bozulacağı endişesinden olsa gerek, kardeşlik dairesinden fiilen dışlıyor.

Bu hal, hiç iyi bir hal değil. Bize ne bu dünyada kazandırır ne de âhirette. 

Gelin henüz ömür sermayemiz varken kendimizi muhasebe edip bu kalbi hastalıklardan kurtulalım ve Rabbimizin istediği ve Rasulullah (a.s.)'ın da o çerçevede ilk örneğini Mekke'de ve sonrasında Medine'de vücuda getirdiği uhuvveti gerçek anlamı ve kapsamıyla inşa edelim.

...

Bir tane 28 Şubatçı zalimi cezalandırmayan ve fakat 28 mağduru birçok mazlumu halen cezaevinde tutan AKP Hükümetinin 28 Şubat üzerinden geleneksel seçim PR'ı yapımları başlamıştır.

A Haber'de belli ki seçimlere kadar daha çok 28 Şubat ajitasyonu yapılacak.

Güç şu an elinizde, ajitasyon yapmayın. Yapacaksanız icraat yapın. Paşasıyla maşasıyla 28 Şubatçı zalimler ortalıkta dolaşıyor.

...

İslam'da cemaat yapılanması ve İslami toplumsallaşma süreci dikey değil yatay bir örgütlenmeye dayalıdır. Namazdaki saf düzeni bunun sembolik bir ifadesidir. Mü'minlerden bir mü'min bir miktar önde durarak mü'minlere namazda imamlık yapar. Ancak yanılırsa anında düzeltilir, ona körükörüne tâbi olunmaz ve o da saf düzenine tâbidir, o safın bir parçasıdır.

Dolayısıyla İslam'da "hocalar ve onların tâbileri" şeklinde dikey bir örgütlenme biçimi yoktur. Bu, şeyh-mürid ilişkisisinin geçerli ve belirleyici olduğu tarikatlarda ve partiler gibi modern toplumsal örgütlenmelerde geçerlidir.

İslam toplumu bir ilim toplumudur, öyle olmak zorundadır. İlk nesil tam da bu niteliğe sahipti. Sosyal ve siyasal işlerin yürütülmesi anlamında öne geçenler (umera) ve beraberinde ilimde derinleşenler (râsihun) olmakla birlikte, her biri İslam'ın ilkelerini bilen ve birbirlerini bu ilkelerle denetleyen insanlardan oluşan bir toplumdu.

Dolayısıyla şu veya bu hoca/hocalar ve onların tâbileri gibi bir görüntü oluşturmak Kur'ani/Nebevi çizgiye uygun değildir. Bu ister istemez dikey bir örgütlenme algısı ve biçimini doğurmaktadır.

Saf düzenini bozmamak ve fakat safları sık tutmak gerekir. Oysa bugünün Müslümanları olarak ufak tefek gerekçelerle safları ayrıştırmayı ne kadar da seviyoruz.

...

Esed diktası zulmünün şahidi kadınların anlattıkları yürekleri dağladı. Tespit edilebilen 13 bin 500'den fazla kadın, rejimin zindanlarında işkence gördü ya da tecavüze uğradı. Zalimler için yaşasın cehennem.

...

Rasulullah (a.s.)'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

“Mü’min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahtan el çeker, Allah’tan, günahının affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar ve bütün kalbi pas tutar. “Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler kalplerinin üzerine pas tutmuştur.” (Mutaffifin,14) ayetindeki “rân” budur.” (Tirmizî, Kitabu Tefsiri’l-Kur’an, 75; İbn Mâce, Zühd, 29)

İmdi, bu hadiste ifade edilen durumu güncel bir örnek üzerinden anlamaya çalışalım:

Hadiste dikkat çekilen husus, günahta ısrarın yol açtığı netice. Oysa Al-i İmran 135 ve benzeri ayetlerde bildirildiği üzere mü'minin ayırt edici özelliklerinden biri de günahta ısrarcı olmaması, farkına vardığında hemen istiğfarve tevbeye yönelmesidir. Yani pişman olup Allah'tan af dilemesi ve durumunu düzeltmesi, günah halinden Allah'a itaat haline dönmesidir.

Vaktinde yapılmadan, ertelenen tevbe ise, günahları kalıcı hale getirmekte ve fısk sonucunu doğurmaktadır. Aynı zamanda da tevbe edilmeyen her günah, başka günahlar için gerekçe haline gelmektedir.

Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz hafta AKP'nin İzmir adayı Nihat Zeybekçi'nin, Rabbimiz tarafından Kur'an'da şeytan işi bir rics olarak nitelenen şarap üzerinden bir seçim PR'ına tanıklık ettik. İzmir şarabını dünya markası yapacağı vaadinde bulunan N.Zeybekçi bu açıklamasının devamında ise ibretlik başka beyanatlarda bulundu.

"Şarap haram değil mi" diye bir soruya muhatap olduğunda "Ben müftü değilim, orası beni hiç ilgilendirmez" şeklinde cevap verdiği gibi, şarap çıkışına yönelik tepkileri karşılamak için de geçmişte yaptığı görevlerde içki üreticilerine yönelik teşviklere imza atmasını vs dile getirdi.

Kısacası "Biz zaten bu bataklığın içindeyiz. Bu düzende bu görevleri yapacaksak yerli içkiye teşvik için imza gerektiğinde atmak durumundayız, içkili yerlere ruhsat vermek mecburiyetindeyiz. Dolayısıyla şarapla ilgili çıkışımı niçin yadırgıyorsunuz" demeye getirdi.

İşte böyle. Yapılan bir yanlış, ardından tevbe (durumunu düzeltme ve Allah'a itaat haline dönme) gelmiyorsa başka yanlışlara gerekçe oluşturmaktadır.

Oysa Nisa 17. ayette bildirildiği üzere yanlışın fark edilmesiyle ertelenmeden gelen tevbe, o yanlışı ortadan kaldırdığı gibi başka yanlışlara, günahlara da kapıyı kapatmaktadır.

...

Metin Yüksel, Allah'ın dinini/ahkâmını bu coğrafyada hâkim kılmak için mücâdele ediyordu ve bu uğurda şahid/şehid olarak yaşadığı hayatını Fatih Camii avlusunda paramiliter katillerce vurularak şahid/şehid olarak noktaladı. O dönem onun yanında Akıncılar saflarında bulunanların büyük çoğunluğu ise bugün, laik kemalist cahiliye düzenini 100. yılına hazırlamakla meşgul.

İstikrar ve istikamet bizim iki yitik değerimizdir. Bu iki değer üzerinde hassasiyet gösterilmezse şahidlere/şehidlere arkadaşlık edip de sonra gidip cahiliye düzenine hamallık edenler hep çıkacaktır.

...

İki yıl önce bugün şunları yazmışım:

Paralel Yapı'yla mücadele ettiğini söyleyen Hükümet, TRT eliyle "paralel din" inşasına tam gaz devam ediyor. 

Vaktim değerli ve tarih üzerinden aslında güncel politik kurgu dizisi olan "Ertuğrul" dizisine ayıracak zamanım yok hamdolsun.

Ancak izleyen kardeşlerin yazdıklarından "rabıta" denilen şirk ameli ve "müşrikul ekber" Muhyiddin Arabi'nin ikide bir gayben peydah oluşu (!) gibi hususlarla bu diziyle nasıl bir şirk akidesi inşası gerçekleştirildiğini okuyorum.

Kısacası, Hükümet'e göre: "Paralel Yapı out, ona kaynaklık eden paralel din ise in."

...

Mardin'de tabelalardaki Arapça yazılar sökülüyor, Siirt'in girişindeki şehre hoşgeldiniz yazısının Türkçe, Kürtçe ve Arapça olanı kaldırılıp sadece Türkçe tabela takılıyor.

Diller Rabbimizin ayetleridir (Bkz: Rum 22. ayet), ayetlerle daha ne kadar savaşacaksınız?

...

MEB'in, Hint putperestliğinin ritüeli olan yogayı sportif ve sosyal faaliyet adı altında okullara sokma girişimi yükselen tepkiler üzerine iptal edildi. Bu da şunu gösteriyor ki, toplumun tepki mekanizması işlemese AKP Hükümeti toplumsal açıdan yıkıcı bu tür adımları kolaylıkla atabilecek bir tiynete sahip. Nitekim kadın ve aile politikaları tepkilere rağmen feminist tuğyana dayalı şekilde devam ettiriliyor.

Bu meselenin bir boyutu. Diğer bir boyut ise, putperest bir ritüel olan yogaya tepki gösterenler arasında tarikat çevrelerinin de bulunmasıydı. İşte bu enteresan bir durum.

Zira tarikat çevrelerinde yaşatılan ve İslam coğrafyasına ilk olarak 1820'li yıllardaki Hindistan ziyareti sonrası Iraklı Nakşi şeyhi Halid Bağdadi'nin getirdiği rabıta, yoganın bir uyarlamasından başka bir şey değil. Bu sebeple de o dönemde İslam dünyasında rabıta yapan Nakşilerin İslam alimlerince "yogi" diye vasfedildiğini biliyoruz.

Diyeceğim o ki, yogaya karşı çıkıp, bu putperest ritüelin bir uyarlaması olan rabıtayı meşru görmek ve uygulamak akıl ve iz'an dışı bir durumdur.

Rabıta, tam da Mekkeli müşriklerin Zümer suresi 3. ayette Rabbimizce bildirilen şirk gerekçeleriyle birebir örtüşen bir şirk amelidir.

Oysa Rabbimiz kullarına onların şah damarlarından da yakındır. (Bkz: Kaf 16, Bakara 186)

...

Ey kemalist putperest düzen, eserinle övünebilirsin:

"Düzce'de, 95 yaşındaki Mustafa Necati Erdem selamına karşılık vermeyen gençleri uyarırken, beklemediği bir tepki ile karşılaştı. Gençlerden biri yaşlı adamı tokatlarken, Mustafa Necati Erdem aldığı darbe ile yere yığıldı."

...

Sisi cuntası 9 İhvan üyesi genci idam etti. Şu an dünyada küresel bir 28 Şubat yaşanıyor. Ki bunun etkileri Türkiye'de de görülmeye başlandı.

Müslümanın Müslümandan başka dostu yok bu dünyada. İyi ki Hesap günü var, iyi ki cennet ve cehennem var. Yoksa nasıl katlanabilirdik tüm bu acılara.

...

Haber 7 sitesi anlı-şanlı ilahiyatçılara "Türkiye'nin AmeriKAN emperyalizminin savaş, işgal ve katliam örgütü olan, halen Afganistan'da, Suriye'de ve Irak'ta Müslüman kanı dökmeyi sürdüren NATO'ya üyeliği helal mi haram mı" diye sordu. Onlar da cevap verdi: "Haramdır, ama Türkiye biliyorsunuz laik bir devlet, bu sebeple İslam'ın helali-haramı umrunda değil".

Şaka şaka. Konu yine sigara. İnsanları İslam adına oyalama ve aldatmanın yeni biçimi bu. Tali bir doğruyu gündemde tutarak, asli doğruları perdelemek.

...

Okuldaki öğretmen de, hatta kilisedeki papaz da sigaranın kötü olduğunu söylüyor. Sen NATO'dan söz et, NATO üyeliği haram mı helal mi onu söyle.

Ne güzel söylemişti Seyyid Kutub: "Onlar namazı bozan şeylere fetva veren, fakat imanı bozan şeylere fetva vermeyen bir İslam (!) istiyorlar."

...

Türkiye'nin NATO üyeliğinin 67. yılı sebebiyle yetkililer memnuniyet mesajları yayınlıyor, NATO üyeliğinin Türkiye için ne kadar önemli olduğu propagandası yapıyorlar. NATO, yani AmeriKAN emperyalizminin savaş, işgal ve katliam örgütü.

17 yıl öncesine kadar Türkiyeli Müslümanlar bu konuda da bir duyarlılığa sahipti. Şimdi birkaç istisna çevre dışında kimselerden ses çıkmıyor.

"Ey iman edenler, iman edin..." (Nisa 136)

...

Kadın göstericiyi taciz eden polis hak ettiği cezayı almayacaktır. Belki kamuoyu tepkisi artarsa göstermelik olarak görevden el çektirilebilir o kadar.

Nereden mi biliyorum?

Basit bir anjiyo kanamasına müdahale etmeyip annemin vefatına sebep olan doktorlarla ilgili yaptığımız onca soruşturma talebinin, açtığımız davaların karşılıksız kalmasından, mahkemeye bile sevk edilmeden savcılıklarca takipsizlik verilerek kapatılmasından yakinen biliyorum. 

Çünkü bu devlet, adalet düşüncesi üzerine değil asabiyet düşüncesi üzerine kurulmuştur. Kendi memurunu her halükârda koruyup kollar.

İyi ki Hesap Günü var, iyi ki cennet ve cehennem var. Elhamdulillah.

...

Dava adamının ufku ve yüreği geniş olmalı.

Dar ufuk sahibi insan, farkında olarak veya olmadan davayı kendi etrafına insan toplamak için araçsallaştırır.

Oysa olması gereken, Müslümanlarla birlikte dava etrafında toplanmaya çalışmaktır.

Dava amaçtır ve amaç eksenli hareket etmek davanın öncelikli şartıdır.

Bugün Müslümanlar olarak önemli bir sorunumuz da, dar ufuklu, dar grup kozaları örmekle meşgul, dolayısıyla da ister istemez davayı araçsallaştırmakla malul insanların varlığıdır.

...

Dünya Erdoğan'a güzel. "15 Temmuz'da 40 yıldır besledikleri Fetö yılanını üzerimize saldılar" diye yakınıyor.

O 40'ın kaç yılı kendi dönemine denk geliyor, hiç hesaplamış mı acaba? 2002'den 2013'e kadar uzaylılar mı besledi o yılanı?

...

Geçtiğimiz günlerde Türkiye gazetesinin manşetinde CHP'nin İş Bankası vurgunu konu ediliyordu.

Gelin görün ki bu gazetenin sahibi olan holdingin "İflas" Finans vurgunu hafızalarda tazeliğini koruduğu gibi binlerce mağdur da halen çaresizce haklarını aramaya çalışıyor.

Kısacası bu memleketteki temel sorunlardan biri de, "tencere dibin kara, seninki benden kara" kirlenmişliğidir.

...

"Şüphesiz biz İsrailoğullarından kesin söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Ama her ne zaman bir peygamber onlara canlarının istemediği bir şey getirdiyse onların kimilerini öldürdüler, kimilerini de yalanladılar." (Maide, 70)

İşte bütün mesele burada. İnsanların nefsani arzularına, canlarının istediği şekilde bir hayat yaşamalarına, ticarette, siyasette diledikleri gibi hareket etmelerine sözü olmayan bir din algısı ve dini söylem toplumlar tarafından hep baştacı edilir.

Fakat insanların hevaya dayalı yaşayışlarına, yönelimlerine, helal-haram sınırlarını gözetmeyen işleyişlerine müdahil olan Rabbani davet karşısında insanların çoğu ölçer biçer ve neticede sırtını döner.

Dün bu böyle olduğu gibi bugün de böyle olmaya devam ediyor.

...

Bu utanç Türkiye halkına yeter.

FIFA Yönetim Zirvesi için Türkiye'ye gelen FIFA Başkanı Gianni Infantino, CNN Türk'te katıldığı programda aynen şunları söyledi:

“Türkiye’de futbol çok önemli bir role sahip. Genel olarak topluma yayılan bir önemi var. Türkiye’de futbol sadece bir numaralı spor değil. Bir numaralı din aynı zamanda. Öyle bile diyebiliriz. İnsanlar çok seviyor futbolu. 80 milyon insan var ve 80 milyonu da futbol tutkunu. Herkes futbolu biliyor, herkes futbol hakkında konuşuyor, herkes futbolla yakından ilgili. Bu harika bir şey."

Profesyonel futbol dininin "papa"sı tarafından bu şekilde kutsanmak şimdiye kadar başka bir halka nasip olmadı.

...

Mevcut partilerden herhangi birini desteklemek, neticede cahiliye düzeninden ve cahiliye hükmünden yana tercih kullanmak demektir. Oysa dünyamızı ve ahiretimizi kurtaracak olan ancak Rabbimizin hükümlerine dayalı bir toplumsal-siyasal inşadır:

"Yoksa onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar? İyi bilen bir topluluk için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir." (Maide, 50)

...

Rivayet düşmanlığı da, rivayetperestlik de aşırılıktır, Müslümanca bir iş değildir. Müslümanın elinde Kur'an gibi bir furkan ve mütevatiren yaşanagelen mütevatir Sünnet gibi bir örneklik vardır.

Her şeyi olduğu gibi rivayetleri de bu ölçüler ışığında değerlendirmek yerine toptancı yaklaşımlara yönelmek doğru değildir.

...

Herhangi bir İslami çalışma grubunun tağutlara karşı olması, İslam dışı ideoloji ve hayat biçimleri karşısında akidevi muhalefet içinde bulunması onu sıhhatli ve insanlık için gelecek vaad eden bir hareket kılmaya yeterli değildir.

İslam'a dayalı İslami toplumsal ve siyasal inşa noktasında gerçekçi ve sürdürülebilir bir inşa perspektifine sahip olması da en az ilki kadar önemlidir.

Bugün Türkiye'de "tevhid" kavramına çokça vurgu yapan kimi çevrelerin ortaya koydukları din anlayışı ve dünya perspektifini göz önünde bulundurduğumuzda, İslam'ın öngördüğü şekilde Rabbani düzlemde kuşatıcı ve merhamet eksenli, kitlelere güven verecek bir toplumsal-siyasal perspektifi hiç de görememekteyiz.

Demem o ki, gençlerimiz salt cazip sloganlara ve bazı konularda İslam'ın net ve temelden/akidevi muhalefet çizgisiyle uyumlu söylemlere bakarak kimi grupların çekim alanına kolaylıkla girmemelidir.

Müslümanların, bâtılı yıkmak kadar hakkı ikame etmek görevi de vardır. Hatta Kur'an'ın bize öğrettiği üzere, bâtıl ancak hak gelirse zâil olur. (Bkz: İsra, 81. ayet)

...

Rahat uyuyabilirsin Türkiye. Kartal'da çöken ve 21 kişiye mezar olan binayla ilgili olarak binanın projesini oluşturan mühendis ile inşaatın teknik uygulama sorumlusu tutuklandı.

Kısacası tıpkı Marmara depreminde nasıl Veli Göçer diye bir günah keçimiz olduysa şimdi de iki günah keçisi bulundu ve iş kapatıldı.

İmar ve Şehircilik Bakanlığı, Büyükşehir Belediyesi ve Kartal Belediyesi'nin hiç kusur ve sorumluluğu olmadığını (!) da böylece öğrenmiş olduk.

Hayırlı uykular Türkiye, sabah da olmuş olsa sen uyumaya devam et.

...

AKP'nin taşıdığı anglo-sakson laiklik zihniyetini İzmir adayı Nihat Zeybekçi herkesin anlayacağı açıklıkta ifade etmiş.

"İzmir'in şarabını dünya markası yapacağım" açıklamasından dolayı bir gazetecinin sorduğu "Şarap haram değil mi" sorusuna "Bu bir üründür, ekonomidir, ticarettir. Ben dini kimliği olan bir müftü değilim. Diyanet işleri başkanı değilim. Orası beni hiç ilgilendirmez" şeklinde cevap vermiş.

AKP zaten başından beri "Paranın, ekonominin dini-imanı olmaz" mantığıyla hareket etti. 

"Dinî alan" ile "siyasî alanı", "ekonomi alanını" bağımsızlaştıran İngiliz-Amerikan tipi laikliği içselleştirmiş bir partinin, birçok İslami (!) çevreyi ardı sıra sürüklemesi ne acı.

...

Sağlık Bakanlığı ilaç firmalarıyla 19 Şubat itibariyle geçerli olacak şekilde ilaç fiyatlarında yüzde 26 oranında "kur güncellemesi" konusunda anlaşmış.

Fahişeliğin adının hayat kadınlığı olduğu bir dünyada zammın adının kur veya fiyat güncellenmesi olması da anlaşılır bir durum artık.

Diyeceğim o ki Reis belediyelere talimat verse de tanzim satış noktalarında 19 Şubat itibariyle ilaç da satılsa bari.

...

Mevcut şefaat inancına sahip olanlar, konuyla ilgili Kur'ani öğretiyi ifade eden birçok ayetin yanında Zümer suresinin son 6 ayetini de iyi okumalıdır.

Buyrun 70 ve 75. ayetleri birlikte okuyalım:

"Herkese yaptığının karşılığı tam olarak verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir." (Zümer, 70)

"Melekleri de, Rablerini hamd ile tesbih edip yücelterek Arş’ın etrafını kuşatmış halde görürsün. Artık kulların arasında adaletle hüküm verilmiş ve 'Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur' denilmiştir." (Zümer, 75)

...

Ehl-i Hadis yani mevcut hadis külliyatını mutlaklaştıran hocaların bu yaklaşımını eleştirmekle birlikte onlara karşı kardeşlik hukukumuzu ve saygımızı hiç bozmadık, elhamdulillah. Ki bu imanımızın ve ona dayalı ahlakımızın bir gereğidir.

Son dönemde, kendilerinden farklı bir hadis usulü savunan bir hocaya yönelik, eleştirinin çok ötesine geçip hakaret içerikli, saygısızca paylaşımlar yapan kişileri arkadaşlıktan çıkarmak durumunda kaldım.

Ahlak, saygı ve seviye yoksa başka hiçbir şeyin anlamı kalmıyor maalesef.

...

AKP İzmir adayı Nihat Zeybekçi'nin "İzmir şarabı dünya markası yapacağım" açıklaması üzerine: AKP pragmatizminin geldiği nokta. Eskiden münafıklar, Kur'an'ın ifadesiyle "şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında" böyle şeyler konuşurlardı, şimdikiler alenen konuşuyor.

...

Bugün komik bir şeye tanık oldum, fakat işin içinde trajedi de olduğundan traji-komik bir olay.

Yaşadığım semtin ana caddelerinden birinde bir gümüş dükkanına "sevgililer günü" afişi asılmış.

Böyle afişler asan diğer dükkanlardan tek farkı "sevgili" fotoğrafındaki kadın figürünün başörtülü olması.

İşte komedi de trajedi de burada. 

O afişteki kadın figürü başörtülü olunca her şey hallolmuş, "sevgililer günü" denilen mefsedet İslamileşmiş mi oluyor.

...

Mevcut hadis külliyatını ve kültürünü mutlaklaştıran Müslümanlara, Tevbe Sûresi 31. ayet-i kerimeyi ve bu ayete dair Adiy b. Hatem'in sorusu üzerine Rasulullah (a.s.)'ın tefsirini hatırlatmak isterim.

Herhangi bir insanı ve onun ortaya koyduğu eseri mutlaklaştırmanın, vahyin süzgecine tâbi tutmadan doğru kabul etmenin o insanı rableştirmek demek olduğunu bilmek ve bu tür mutlaklaştırmalardan kaçınmak gerekir.

...

Geleneği gideneği, modernizmi postmodernizmi, şu rivayeti bu fetvayı geçelim ve kızların evlilik yaşında açık ve net ölçüyü, coğrafyalar ve çağlarüstü şekilde ortaya koyan Nisâ Sûresi 6. ayete kulak verelim:

"Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin. Rüşde erdiklerini görürseniz, mallarını kendilerine verin. Onların mallarını, büyüyüp de elinizden alacaklar diye israf ederek yemeyin. Zengin olan yetim velisi ondan kaçınsın; fakir olan ise uygun bir şekilde yesin. Onlara mallarını verirken bunu şahitlerle tespit ettirin. Hesap görücü olarak ise Allah yeter." (Nisâ, 6. ayet)

Ölçü açık ve net: Anne-babadan kalan malı yönetecek rüşde ulaşmak, evlilik için Rabbimizin belirlediği alt sınırdır.

...

ABD'de taraflar arasında görüşmeler tıkanmış, hükümet tekrar kapanabilirmiş.

Kapanmasın, yerin dibine batsın. Rabbim bizlerin eliyle kahru perişan etsin bu AmeriKAN soykırım imparatorluğunu.

...

Dicle kenarında bir kurt kuzuyu kapsa Ömer (r.a.) bundan sorumlu olacak, fakat AKP'li hükümeti ve CHP'li belediyesiyle bugünün yöneticileri şehrin orta yerinde üç kat fazlası olan bir bina çöküp 21 kişi enkaz altında can verince hiç sorumlu olmayacak öyle mi?

Bina çökünce yayın yasağı kararı alıp, vahim tabloyu kamuoyunu alıştıra alıştıra paylaşarak halkı teskin etmiş ve muhtemel tepkileri dindirmiş olabilirsiniz. Fakat çetin Hesap Günü'nün hesabından kaçmanız mümkün mü?

...

Kendisinde hiçbir şüphe bulunmayan (la raybe fihi) yegane kaynak olan Kur'an'ı asılların aslı, nihai hüküm kaynağı ve belirleyici, hakla batılı ayırt eden yegane furkan ve çeşitli iddiaların kendisine arz edileceği nihai hakem olarak, kısacası aslında her Müslümanın görmesi gerektiği gibi gören, Rasulullah (a.s.)'ın Kur'an'ı kıyamete kadar tüm nesillere örnek olacak şekilde hayata aktarmaktan ibaret olan sünnet-i seniyyesini canhıraş şekilde savunmasıyla tanınan,

Sünnet-i seniyyenin bilinmesinin ikincil-üçüncül bir kaynağını teşkil eden hadis rivayetleri konusunda da, tıpkı ashabın öncü isimleri gibi, sened tenkidinden de önce ve önemli olarak Kur'an'a ve sünnet-i seniyyeye uygunluk şartını gözeten bir yaklaşım sahibi olan Ahmed Kalkan hocaya yönelik, bu Tevhidi/Kur'ani yaklaşım ve duruşu sebebiyle yapılan ve "hadis inkârcısı" gibi ucuz ithamlara kadar vardırılan, çoğu zaman saygı sınırlarını da aşan taarruzları kınıyorum.

...

Sloganlarla düşünen ve yaşayanlar ancak fanatik olabilirler. İnsanı kimlik ve kişilik/şahsiyet sahibi yapacak olan ilimdir.

İmdi, çoğu İran ve Şia kaynaklı muharref inançları, bu dinin kendisinde şüphe bulunmayan yegâne mutlak kaynağı olan Kur'an ışığında sorgulamadan, atalardan devralındığı gibi sürdüren insanların, Kur'an merkezli sahih İslam anlayışını savunan Müslümanlara "İrancılık" gibi ucuz ithamlarda bulunması zavallıktan başka bir şey değildir.

Söylediğimizi Mehdi inancı üzerinden somutlaştıracak olursak; Mehdi ile ilgili rivayetlerin kaynağında mühtedi Yahudiler Vehb b. Münebbih, Kab'ul Ahbar gibi eski muharref kültürlerini Müslümanlar arasında dillendiren isimler, rivayetlerin içeriğinde de hep "ehl-i beyt" vurgusu vardır.

Kısacası muharref Yahudi kültürü kaynaklı ve oradan Şia ve oradan da rivayet kültürü üzerinden Sünni algıya sirayet etmiş bir inançtır Mehdi inancı.

Dolayısıyla hem Mehdi'ye inanıp hem de Kur'an merkezli sahih İslam anlayışını savunan Müslümanlara "İrancı" ithamında bulunanlar bunun yerine aynanın karşısına geçip aynanın derinliklerine iyi bakmalıdırlar.

...

Hudeybiye'den sonraki yıl yapılan kaza Umresinde Rasulullah (a.s.) ve ashabının, Kabe'yi tavaf ederken müşriklere karşı güçlü ve dinamik görüntü vermek maksadıyla pazu gösterisi demek olan remel yaptıklarını biliyoruz.

Bunu niçin hatırlattım? Son günlerde hadis konusu üzerinden maalesef çok sertleşen bir tartışmaya tanık oluyoruz. Özellikle de benim de tarafında olduğum "Hadis rivayetlerini Kur'an'a ve mütevatir Sünnet'e arz" usulünü savunan Müslümanların, mevcut hadis külliyatı ve kültürünün mutlak savunucusu Müslümanlar tarafından "hadis inkarcısı" şeklinde ithamlara maruz bırakılması ve sonrasında giderek karşılıklı sert üslupların hakim olduğu tartışmaların yaşanması söz konusu.

Bu tabii ki hiç hayra alamet bir durum değildir. Özellikle de yeryüzünde cahiliyenin ve cahiliyeye dayalı sosyal-siyasal işleyişlerin bertaraf edilmesi ve Allah'ın dininin hakim kılınması gayesini paylaşan Müslümanların topluma bu tür bir keskin ayrışma fotoğrafı vermesi iyi bir hal değildir.

Hepimizin hadis konusunda ve diğer konularda kanaatlerimizi insanlarla paylaşma hakkımız var. Fakat kanaatim odur ki, ayrışmaları artıracak tartışma ortamları oluşturmaktan ve biz istemediğimiz halde oluşan ve içine çekilmek istendiğimiz bu tür ortamlardan mümkün olduğunca kaçınmak en doğru tutumdur.

Özellikle de sertleşen tartışma ortamlarının kimseye faydası olmayacağını, Müslümanlar arasındaki ayrışmaları ve gettolaşmaları daha da keskinleştireceğini ifade etmek gerekir.

Oysa Müslümanlar olarak bizim gettolaşmaları aşan çabalara ve dayanışma ilişkilerine ihtiyacımız var. Birilerinin bu tartışma sürecinde bir Müslümana asla yakışmayacak şekilde çirkin üsluplar takındığının farkındayım. Fakat ilim ve İslami ahlak sahibi olanlara yakışanın, mümkün olduğunca bu sataşmalar ve çirkinleşmeler karşısında polemik zeminine çekilmeye karşı sabretmek ve "Selam" deyip geçmek olmalıdır diye düşünüyorum.

Vesselam.

...

Aslolan Fetö'nün değil Fetöcülüğün bitmesiydi. Biz ilkine odaklandık. Muhammed Aldulhafız'ın darbeci Sisi yönetimine iadesi ve sonrasındaki gelişmelerin gösterdiği gibi sonuç: Fiyasko.

Fetöcüler Emniyet'te hakim olsaydı kardeşimizi Sisi'ye teslim edecekti, şimdi olan da bu.

Fetöcüler yargıda hakim olsaydı o kardeşimizin iade edilirken uçaktaki mazlumane halini fotoğraflayan temizlik işçisini bu zulmü ifşa ettiği için tutuklarlardı, şimdi olan da bu.

Kısacası Fetö öldü fakat Fetöcülük tüm çirkinliğiyle yaşıyor.

...

Türkiye'deki hâkim toplumsal ve siyasal yaklaşımı Ezan örneği üzerinden test etmek mümkün.

Bu ülkedeki hangi devlet yetkilisine ve ortalama bir vatandaşa "Ezan bir vakitliğine dahi olsa okunmasa ne dersiniz?" diye sorsak bu soruya "Ezanı susturmaya kimsenin gücü yetmez" şeklinde celalli cevaplar alırız.

Aynı kişilere "Peki, öyleyse gelin Ezanın şiarlarını hayatımıza hâkim kılalım, Allah'tan başka rab ve ilah (ta'zim, hüküm, terbiye ve emir mercii), Rasulullah'tan başka önder tanımayalım, toplumsal ve siyasal işleyişi Ezandaki şiarlara tâbi kılalım" deseniz çoğunluğun buna yanaşmadığını görürsünüz.

Kısacası Türkiye'deki hâkim algı ve anlayış "Ezan dinmez ve fakat hayatımızı da belirleyemez" şeklindedir.

...

Namaz birçok önemli vasfının yanında aynı zamanda bir sâbite öğretimidir.

Namaz, günün 5 vakti insana asla uzaklaşmaması gereken Rabbini ekseni hatırlatır, her rekatında okunan Fatiha'yla tevhidi bilincin her daim taze tutulmasını sağlar.

Tabii ki tüm bunlar bilinç üzere ve hakkıyla ikame edilen bir namaz için geçerlidir.

...

Rabbimizin Kur'an'da zikrettiği "Dini Allah'a has kılmak" yükümlülüğünü, salt dua ve dar anlamıyla ibadet (nüsuk) konularıyla sınırlı anlayanlar, hayat nizamı olan İslam'ı bir mabed dinine (religion) indirgeyen modern tuğyanla aynı çizgiye düştüklerinin farkına varmalıdırlar.

Oysa dini Allah'a has kılmak, dua ve nüsuk alanında olduğu gibi, ferdi ve toplumsal hayatın diğer tüm alanlarında da yalnızca Rabbimizi belirleyici tanımak ve tüm itaat ilişkilerini O'nun ölçülerine tâbi kılmaktır.

...

Yine bir "aldatılmışız" hikâyesi. Erdoğan'ın bugünkü grup toplantısı konuşmasından:

"Yatay şehirleşme ile örnek yerleşim alanları kurulacak. Buradan milletime sesleniyorum; 50 kat binalarda yaşayanların birbirinden haberi var mı? Komşuluk hukuku var mı? İnanın yan dairedeki ölüyor haberleri yok. Peki bizim tarihimiz böyle mi?"

Ah bu 50 kat binaları diken uzaylılar, nedir sizden çektiğimiz.

...

İngiliz emperyalizminin emir eri olan asrın tağutunun şapka zulmü, Atıf Hoca ve benzeri yüzlerce mazlumun idamıyla hafızalarımızda.

Bu zulmün çok önemli bir boyutu da, idamlara varan baskı ve dayatmalara rağmen halka şapkayı benimsetemeyen rejimin, bunun için Diyanet kurumunu devreye sokmuş olmasıdır.

Diyanet'in genelgesiyle şehirlerde, kasabalarda, köylerde cami hocaları şapka giyince halkın gözünde bu gâvur sembolüne belli ölçüde meşruiyet sağlanmıştı.

Dün ve bugün muhafazakâr politikacıların bu ülkede üstlendiği temel misyon da bundan farklı değildir: Laik kemalist düzeni ve onun batıcı paradigmasını halkın algısında meşrulaştırmak.

...

Yılmaz Özdil'in "M. Kemal" adlı kitabını (!) 2.500 TL'den satışa çıkarması üzerine: Kadim zamanlardan bugüne müşriklerin ortak özelliklerinden biri de "Putumuz velinimetimizdir" mantığıdır. Cübbesiz Yılmaz da bu mantığın çağdaş bir versiyonu olarak şöyle demiş oluyor: "Helvadan olmadığı için kendisini yiyemesem de, rantını doyasıya yiyorum."

...

Ey din(i)darlar, siz AVM'lerde mescid talep ediyordunuz değil mi? Alın size bir AVM'nin yanında oranın sahiplerince yapılan mescidin de ötesinde koca câmi!

Kapitalizm dininin devasa mâbedinin yanında, ona itirazı bulunmayan, onunla kavga etmeyen, tapınağa indirgenmiş câmi.

Sizin din algı ve anlayışınız böyle dar olduğu için, "kapitalizm arası İslam"a, "laiklik arası İslam"a râzı oluyorsunuz.

 Fakat şunu iyi bilin ki bu dinin sahibi Rabbimiz, kendi dininin, insan hevasına dayalı ideoloji ve hayat biçimleriyle uzlaşmasına asla râzı değildir.

İslam'ın mescidi/câmisi, AVM'lerin temsil ettiği kapitalist hayat biçimi ve üretim-tüketim kültürüyle temelden kavgalıdır. (Bkz: Hûd, 87)

...

Modern dönem her şeyi olduğu gibi kitap mefhumunu da paraya, köşe dönmeye endeksledi. Bu sebepledir ki kitap gündemlerinin ilk sırasında "çok satanlar" diye bir konu bulunur.

Özgül ağırlığın önemsizleştiği ve her şeyin parayla ölçülür olduğu bu dönemde kitaplar da bir ticari meta halini aldı.

Arif Pamuk'un "Sure ve Duaların Sırrı", Cübbeli'nin "Uzuvlara Göre Şifa Ayetleri" ve Cübbesiz'in "M. Kemal" kitapları (!) Türkiye'nin en çok satanları arasında.

Bu da gösteriyor ki Türkiye'de bir yanda tasavvufi hurafelerin diğer yanda ise kemalist hurafelerin epey alıcısı var. 

Alıcı olunca da tüccarların bu alanlarda yatırım yapması kaçınılmaz oluyor tabi!

...

Evlerinin barınağa, câmilerinin tapınağa, lokantalarının tıkınağa indirgendiği,

Okullarının ise ideoloji dayatma ve tektip insan yontma kampları işlevi gördüğü bir memlekette yapılması gereken şey, bu işleyişi temelden inkılaba uğratmak ve hayatı Rabbani anlamına göre yeniden inşa etmektir.

...

Küfür tek millettir. Ah bir de Müslümanlar "Türk milleti", Kürt milleti", "Arap milleti" gibi kamplara ayrılmak yerine tek bir millet olabilse.

İşte küfrün tek millet oluşuyla ilgili taze bir gelişme:

"Reuters haber ajansının dün gece duyurduğu bir haberde, Amerika’nın eli kanlı örgütü Blackwater’ın Uygur özerk bölgesinde eğitim kampı kuracağı bildirildi."

...

Cübbesiz Yılmaz'ın 2.500 liraya dindar kemalistlere kakaladığı kitabının (!) birçok bölümünün çalıntı olduğu iddia edildi. İddia eden kim? Sıkı durun: "Anıtkabir Derneği Başkanı".

Evet bu rant kavgasıyla memlekette böyle bir derneğin olduğunu öğrenmiş olduk. Mezar ve ölü tapıcılığında en koyu tarikatçılar bile kemalistlerin eline su dökemez. İşte ilgili haber:

"Anıtkabir Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Ali Güler, Sözcü yazarının kitabındaki bilgilerin, derneğin makalelerinden atıfsız ve kaynakçasız olarak birebir kopyalandığını açıkladı.

Güler, “Yılmaz Özdil'in 498 sayfalık kitabında bizim eser ve makalelerimizden alınan ve ismimizden bahsedilmeyen, atıf yapılmayan, kaynakçada gösterilmeyen o kadar çok bilgi ve belge var ki... Sadece çok temel ve bariz olan 'aşırmaları' sizlerle paylaşmak istiyorum” diyerek Özdil'in makalelerinden kullandığı kısımları paylaştı. Güler, telif davası açacaklarını duyurdu."

...

Rezilce bir kavganın tarafları olarak yargılanan futbolcu Arda ile şarkıcı Berkay mahkemede aylık gelir beyanında bulunmuşlar. İşçiye 2.200 lira asgari ücretin olumlu karşılandığı bir ülkede, futbolcu aylık 300 bin euro, şarkıcı ise 200 bin lira kazandığını beyan ediyor.

Allah'ın lâneti bu Karun düzenine olsun.

...

"Sevgililer günü" denilen ve fuhşiyatı meşrulaştırmak ve yaygınlaştırmaktan başka işlevi olmayan melanet için şimdiden markalar reklam kampanyalarına başladı, dükkanlar duyurular yapıyor.

Genç kızlara tavsiyemiz odur ki, sizi cinsel bir meta olarak gören şehvetperestlere kendinizi istismar ettirmeyin, dişiliğiniz yerine kişiliğinizle öne çıkın.

"Sevgili" değil eş ve anne olmayı hedefleyin. Aksi takdirde hem dünyanızı hem ahiretinizi berbat edersiniz.

...

Çanakkale'de İngilizlere, "kurtuluş" savaşında Yunanlılara karşı Kürtler ve Araplar Türklerle birlikte savaştı, fakat bugün bu memlekette her yerde İngilizce müzik rahatlıkla çalınıp dinlenirken bir Kürtçe müzik duyuldu mu birileri kırmızı görmüş boğaya dönüyor.

Aynı şekilde ortalıkta Türkçe tabeladan fazla İngilizce tabela varken, Suriyelilerin Arapça dükkan tabelaları kimi belediyelerin gözüne batıyor, birçok insan da Arapça tabela gördü mü homurdanıyor.

Kemalizmin bu toplumu maalesef zihnen ve kalben gâvurlaştırdığı gerçeğini kabul etmek ve buna karşı zihnî-kalbî bir "kurtuluş savaşı" başlatmak gerekiyor.

...

Filistin ve hassaten Gazze bu Ümmet'in onurudur, izzetidir. "Mektebinde şehadet olan bir halk için esaret yoktur." Dün Kudüs'te işgal çetesi tarafından sokak ortasında katledilen 16 yaşındaki Semah Züheyr Mübarek, Kur'an hafızıydı ve Umre ibadetinden yeni dönmüştü. "Hayat iman ve cihaddır" sözünü yaşayan bir halk Filistinliler. Elhamdulillah.

Konuyla ilgili palinfo.com'un haberinden birkaç satır:

"Gazze’deki El-Halidi ailesi, dün sabah Kudüs'te işgal güçlerince şehit edilen kızları Semah’ın dört ay önce Gazze Şeridi’nden ayrıldığını, Ramallah’taki Ümmü’ş-Şerayit bölgesinde yaşadığını, Kur’an hafızı olduğunu, Umre yaptıktan sonra birkaç gün önce Suudi Arabistan’dan döndüğünü bildirdi."

...

İslam coğrafyasında batının truva atları olarak kurulup yaşatılan iki tür rejim söz konusu: Laik-despot rejimler ve laik-demokratik rejimler. Bunlardan ilki insanların bedenlerini, ikincisi ise akidelerini parçalıyor.

Bizler her iki tür tuğyan rejimlerine de ilkesel/akidevi olarak karşı olmak ve tevhid-adalet-şura eksenli İslam iktidarını inşa etmeye çalışmakla mükellefiz....Türkiye'deki "ana iktidar partisi" CHP, batı emperyalizminin bu coğrafyadaki hard temsilcisi,

Menderes'in DP'si, Özal'ın ANAP'ı ve Erdoğan'ın AKP'si ise, batı emperyalizminin soft temsilcileridir.

Ve bu soft temsilciler, emperyalizmin laikliği, kapitalizmi, feminizmi gibi küfür ideolojilerinin Anadolu halkına benimsetilmesi noktasında daha etkili olmuşlardır.

...

Pirincin içindeki beyaz taş niteliği taşıyan ve bu sebeple birçok insanın akide kırımına uğramasına sebep olan AKP ve KADEM gibi ona bağlı kuruluşların, kadını evinden, yavrularından uzaklaştırıp kapitalist çarkların kölesi kılmak için batılı efendilerinin fonlarıyla yaptığı çalışmalar son hız sürüyor.

İşte bugünkü bültenlerden taze bir haber:

"Kadınlar iş hayatının içine daha çok çekilecek. Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), TÜBİTAK ve Ticaret Bakanlığı el ele vererek, Türk kadınının küresel ticarete uygun şekilde işgücüne katılımının sağlanması için işbirliği kararı aldı."

...

Bir yazar (Yavuz Bahadıroğlu) köşe yazısında "dindar müslüman" diye bir terkip kullanmış. Demek ki "dindar olmayan müslüman" da olabilirmiş!

Müslüman kavramının içi boşaltılınca onu böyle payandalarla ayakta tutmaya çalışmak kaçınılmaz oluyor tabi.

Oysa biraz akletse bu insanlar, "dindar müslüman" terkibinin, "yumurtalı-domatesli menemen", "patatesli kumpir"; "dindar olmayan müslüman" terkibinin ise, "yumurtasız-domatessiz menemen", "patatessiz kumpir" gibi bir şey olduğunu kavrarlardı.

...

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bir soru üzerine nezarethanelerdeki kadınların başörtülerinin alıkonulduğu iddialarını kabul ediyor ve bunun bir tedbir olarak uygulandığını ifade ediyor.

Maalesef bu meşum uygulama -ki 28 Şubat sürecinde bile bu yapılmamıştı- "Yeni Türkiye"den "Yeni 28 Şubat"a evrilen bir süreç yaşandığının açık kanıtlarındandır.

...

Egemen çağdaş şirkle mücadeleyi bırakıp, tüm enerji ve mesaiyi tarikatların hurafelerine harcamak asla indirilmiş din mücahitliği değildir. Ana yoldan sapıp tali yollarda kendini oyalamaktan ibarettir.

Zira tarih boyu tüm Rasullerin (a.s.) temel mücadele ekseni egemen siyasal şirke karşı muhalefet olmuştur. 

Bugün kemalizm, muhafazakâr demokrasi gibi uydurulmuş ideolojilere ve vahye dayanmayan uydurulmuş anayasalara karşı mücadeleyi bir tarafa bırakıp tüm gündemi tarikatlardaki hurafeler olanlar Kur'ani bir çizgide olamazlar.

Hurafelere karşı mücadele, bu temel mücadelenin bir parçası olduğunda anlamlıdır.

...

Müslümanlar olarak egemenlere şunu ifade ve ihtar etmemiz gerekiyor:

Sizler, laik-kemalist düzen ve onun efendisi batı emperyalizminin kırmızı çizgileriyle uyumlu bir müslümanlığı (!) içselleştirmiş olabilirsiniz. Bu sizin tercihiniz, sizin meseleniz.

Fakat biz, kimsenin istediği ve izin verdiği kadar değil, Rabbimizin bizden istediği ve razı olacağını bildirdiği şekilde Müslümanlar olmak karar ve kararlılığındayız.

...

"İndirilmiş din mücahitliği"nin geldiği nokta şu:

Bir taraftan Rasulullah'a (a.s.) dair haberlerin sahihini mevzu olanlardan ayırt etmek için ömürlerini vermiş, bu yolda doğrularıyla yanlışlarıyla ciddi bir gayret ortaya koymuş hadis alimlerini, isabet etmedikleri konularda eleştirmenin ötesinde itibarsızlaştırmaya yönelik propaganda yürütürken, diğer taraftan Kemal Sunal, Ayşen Gruda gibi seküler eğlence kültürünün sembol isimlerine rahmet okumak!

"Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?" (Kalem, 36)

...

Adam İslam'a düşmanlığı sebebiyle, sırf Rasulullah'ın (a.s.) isimlerinden biri olduğu için Mustafa ismine reddi miras yapmış, hatta Kemal ismini bile Arapça olduğu için Kamal olarak değiştirmiş,

Sen kalkıp onun sırtından para kazanmak için "Leblebiyi severdi" gibi cümlelerle bir sayfasını doldurduğun çocuk kitabının (!) başlığında adamın adını "Mustafa Kemal Atatürk" diye yazıyorsun.

Adamın ölüsünden geçiniyorsun, bari ismi konusunda kendisine sadakat göster. Öyle değil mi bay Cübbesiz Yılmaz.

...

CHP İstanbul için Ekrem İmamoğlu'nu sahaya sürerek AKP'ye şu mesajı vermiş oldu:

Siz nasıl ki İzmir'e geçen dönem rakı fabrikalarının sayısının artmasıyla övünen Binali Yıldırım'ı, bu dönemse "Bizim partideki arkadaşlar namazını kılıp içkisini de içen insanlar" diyen Nihat Zeybekçi'yi aday göstermişseniz,

Biz de İstanbul'a yerine göre meyhaneye yerine göre de camiye giden bir aday gösterir, seçmene göre kıble belirlemekte, çok kimlilikte, popülizmde sizinle kıyasıya yarışırız.

...

Cübbeli Ahmet geleneksel hurafeleri, Cübbesiz Yılmaz ise çağdaş/kemalist hurafeleri satarak köşeyi dönüyor. Her ikisini de yuhlayalım, dahası lânetleyelim fakat asıl suçluyu göz ardı etmeyelim.

Asıl suçlu, yani kendilerinden hiçbir ücret istemeden onları cahiliye karanlığından İslam'ın aydınlığına çıkarmaya gayret eden İslam dâvetçilerine kulaklarını tıkayıp, söz konusu geleneksel ve çağdaş hurafe tüccarlarına müşteri olan kalabalıklar.

...

Türkiye gazetesinin eski bir manşetini gördüm, uzman çavuşlarla ilgili manşetin başlığı şu: "Ölünce cennete giriyorlar, fakat yaşarken orduevine giremiyorlar."

İşte muhafazakâr zihnin cennet algısı bu. Rabbimiz Kitab-ı Keriminde cennetin bir hak ediş olduğunu ve onu hak etmek için nasıl bir hayat yaşanması ve ne tür bedeller ödenmesi gerektiğini apaçık bildirdiği halde, maalesef ayağa düşürülen bir cennet algısı söz konusu

...

Mahalledeki teyzenin, kahvedeki emeklinin marketlerdeki fahiş fiyatlardan yakınması anlaşılır. Fakat ülkeyi yöneten birinin bunu yapması hiçbir şekilde anlaşılır ve normal karşılanır bir durum değildir.

İktidarız fakat bu kadarına bile muktedir değiliz diyorsanız o başka. O durumda da sorarlar adama, o halde niçin iktidarcılık oynuyorsunuz diye.

...

AKP'nin kadın ve aile politikalarının tamamen bâtıl batının rekabetçi yaklaşımına dayalı olduğu ortada. Oysa batının bu konudaki yaklaşımı, her konuda olduğu gibi İslam'la taban tabana zıt yaklaşımlar.

Batı mantalitesi insanı insanın kurdu, kadın ve erkeği de birbirlerinin rakibi olarak algılayıp konumlandırıyor. İslam ise velayeti esas alıyor.

...

Çin'in toplama kampı adı altında Doğu Türkistanlı kardeşlerimizi Nazi kamplarına toplayıp topyekün Çinlileştirme/gâvurlaştırma zulmüne maruz bıraktığı bugünlerde Çin'e muhabir gönderip, Çinli yetkililerin propagandalarını Türkiye kamuoyuna aktaran A Haber'den yeni bir hizmet daha bekliyoruz.

Nasıl ki zalim Çinli yetkililerin "Biz Uygurlara zulmetmiyoruz, onlara meslek öğretiyoruz, medeni eğitimler veriyoruz" propagandasına alet olmuşlarsa, artık nasıl başarırlar bilmem fakat bir şekilde şeytanı bulup onunla "Siz gerçekten de insanlara kötülük etmeye mi çalışıyorsunuz sayın şeytan? Hakkınızda böyle bir propaganda var" sorusuyla başlayan bir röportaj yapmaları büyük bir gazetecilik başarısı olacaktır.

Yeryüzündeki şeytanları bunca akladıktan sonra, İblis'i de aklarlarsa mesele kökünden çözülmüş olur.

Haydi A Haber, şeytanla röportajını merakla bekliyoruz.

...

AmeriKAN emperyalizmine "PKK-YPG'yle değil bizimle çalış" demek anti-emperyalizm filan değildir. Kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın.

Anti-emperyalist olmasanız da, hiç değilse bu konuda anti-emperyalist bir refleks ortaya koymak istiyorsanız bunun tek yolu ABD'ye "PKK-YPG'ni de al ve coğrafyamızdan defol" demektir.

Lakin her tarafı AmeriKAN üsleriyle dolu, NATO üyesi bir ulus-devletten bunu beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır.

...

Kur'an'dan bugüne:

"Sûr'a üflendiği zaman.

 İşte o gün, zorlu bir gündür.

 Hakka sırtını dönenler için kolay değildir.

 O yapayalnız yarattığım kimseyi Bana bırak.

 Ben ona bolca mal verdim,

 Ve çevresinde bulunan oğullar.

 Kendisi için (dünya nimetlerini) yaydıkça yaydım.

 Sonra, daha artırmam için tamah eder.

 Hayır. Çünkü o ayetlerimize karşı bir inatçıdır.

 Onu sarp bir yokuşa süreceğim.

 Zira o düşündü ve ölçüp biçti.

 Kahrolası nasıl da ölçüp biçti.

 Yine kahrolası nasıl da ölçüp biçti.

 Sonra baktı.

 Sonra suratını astı ve kaşlarını çattı.

 Sonra arkasını döndü ve büyüklük tasladı."

 (Müddessir, 8-23. ayetler)

...

Modern tuğyan, her şeyin olduğu gibi elbise mefhumunun da fıtratını bozdu, deformasyona uğrattı. 

Örtü ve mahremiyet aracı olan elbise, bugün modern tuğyanın elinde tam anlamıyla bir teşhir ve tahrik aracı haline getirilmiş durumda.

...

Bu, küçüklerin küçük karne günü.

Bir de büyüklerin büyük bir karne günü olacak, ki o gün:

"Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse,

O kolay bir şekilde hesaba çekilecek,

Ve ailesine sevinçli olarak dönecektir.

Kimin kitabı da arkasından verilirse,

O da yok olmayı çağıracak.

Çılgınca yanan ateşe girecek.

Çünkü o ailesi içinde (mal-mülk sebebiyle) şımarmıştı.

Doğrusu o (Rabbine) dönmeyeceğini sanmıştı.

Hayır. Muhakkak ki, Rabbi onu görüyordu."

(İnşikâk Sûresi, 7-15. Âyetler)

...

Evvelen F.Say adlı kişiye: Seni yoktan var eden Yüce Allah'a rüku etmiyor, dahası O'nun insanlık için hayat menbaı olan dinine alçakça hakaretlerde bulunuyorsun ve fakat iki alkış aldın diye insanların önünde rüku ediyor, güç sahipleri karşısında iki büklüm oluyorsun.

Sâniyen güç sahiplerine: Bir kimse İslam'a ve onun değerlerine her türlü düşmanlık etse de, salt size övgüde bulunduğu, sizin önünüzde eğildiği için onu taltif ediyor, ona alkış tutuyorsunuz. Bu da gösteriyor ki sizin tek bir kutsalınız var, o da sahip olduğunuz güç/iktidar.

...

Son iki haftadır yumurta fiyatları yükselişte dövizle adeta yarış yapıyor.

Toptancıya bunun sebebini sordum, ihracattan dolayı olduğunu söyledi. 

Oysa ihracat artışının ekonomiye ve dolayısıyla halka olumlu yönde yansıyacağını söyler devletlular ve ekonomistler. Gelin görün ki sebze-meyvede, hayvancılıkta vs bunun tam tersi oluyor.

Elin Avrupalı ve Rus gâvuru Antalya'nın en güzel portakallarını yiyor, bize onların artıkları kalıyor ve üstelik iç pazara sınırlı sürüm yapıldığı için her şeyi pahalı almak zorunda kalıyoruz. Kısacası KDV (kazık daima vatandaşadır) düzeni her alanda sürüp gidiyor.

...

Bütün bir gündemini tarikatlar ve onların hurafeleri teşkil ediyor ve fakat bu ülkedeki hâkim tarikat olan Kemalizme dair iki çift sözün duyulmuyor.

Oysa belirli zamanlarda şehirlerden otobüslerle milyonların taşınıp bağlılık ayinleri ve paganist tazim ritüellerinin gerçekleştirildiği devasa türbesiyle, mozolesi ve ülke sathındaki heykelleri önünde kıyamda durulan, çelenk koyma adı altında rükuya varılan ve bağlılık yeminleri yapılan "kutbul azamıyla" diğer tarikatlardan eksiği yok fazlası var bu resmî tarikatın.

...

Gaziantep İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'ne rektör olarak Nihat Hatipoğlu atanmış.

Bu durumda öğrencilere "duygulu ve bol gözyaşlı menkıbeler" dileğinde bulunmaktan başka yapacak bir şey yok.

...

Salâtı ikame etmen, onu diriltmen ve onunla dirilmen emrolunmuştu, onu yük gibi görüp acele ile aradan çıkarman değil.

Secdede seni acele ettiren nedir ey musalli? Üç tesbihattan başka Rabbine söyleyecek sözün, O'ndan isteğin yok mudur?

...

Bizler üst kimliğimizin İslam mı, yoksa milliyetçilik mi (Türklük, Kürtlük, Araplık vs) olduğu konusunda tartışırken, acaba kapitalizm hepimizin üst kimliğini "tüketicilik" olarak belirlemiş, zihinlerimizi ve davranış biçimlerimizi buna göre formatlamış olabilir mi?

Üst kimliği de, alt kimliği de İslam olan, alışverişinde, alım-satımında, yemesi içmesinde, giyim-kuşamında kapitalizmin "sınırsız ihtiyaç ve sınırsız tüketim" ifsadını değil, İslam'ın kanaat ve iktisat ölçülerini esas alanlara selam olsun.

...

Kâfir Esed diktası, Batılı ve Doğulu emperyalist kâfirler ile onların bölgesel işbirlikçilerinin kanlı nüfuz ve paylaşım savaşında Suriyesiz bıraktığı,

Aç ve açıkta kalan, göç yollarında denizlerde boğulan, soğuklarda donarak vefat eden Suriyelilerden beşi de dün işçi olarak çalıştıkları Ankara'daki işyerinde çıkan yangın sonucu vefat etti.

Allah'ın arzını kullarına dar ve yasak etmeye kalkışan, "Suriyeli istemezük" faşist kampanyasına dahil olanlar kına yakabilir. Dün beş Suriyeliden (Daha doğru tabirle Suriyesiz bırakılmıştan) kurtuldular.

...

Mü'min, hayatın her alanında Âlemlerin Rabbi'ne itaat ve dolayısıyla O'na itaat etmeyen mercilere akidevi reddiye üzerine karar kılmış ve bu karar üzere gemileri yakmış insandır.

Artık o hayatında başka bir seçenek, değişen şartlara göre başka çıkış yolu arayışına girmez. Her şart ve durumda istikameti açık ve nettir.

Mü'minle, münafığın Kur'an'da zikredilen bir çeşidi olan, İslam'la güncel cahiliye arasında net tercih yapamayan, İslam'a ve Müslümanlara yanaşmakla birlikte gemilerini de hep yedekte tutan ikircikli yaklaşım sahipleri arasındaki fark, gemileri yakıp yakmamakta belirginleşmektedir.

Allah yoluna revan olan ve bu yolda gemilerini yakanlara selam olsun.

...

ABD şeysinin Türkiye'yi ekonomik yıkımla tehdit ettiği gün, siz Adana'da İncirlik denen işgal, darbe ve katliam üssünü değil, mazlumlara yardım için gecesini gündüzüne katan Fukara-Der başkanının evini bastınız.

Sıkışınca yalan yere nutuk atmayın. Sizin kalbiniz, zihniniz/zihniyetiniz ve icraatlarınız son kertede hep dünya istikbarı ve küresel tağutlardan yana.

...

M.İslamoğlu'nun hadis usulü konusunda maalesef sokak ağzıyla söylediği sözlere tepki gösterelim ve fakat buradan yola çıkarak hadislerin tedvini sürecinde geçerli olan mevcut hadis usulüne güzelleme yapmanın da bir anlamı yok.

Evet mevcut hadis usulü çok önemli ilmi disiplinlere ve devasa bir müktesabata sahiptir. Fakat bu usulün tek kanatlı olduğunu, o yüzden de hadis rivayetleri konusunda önemli bir ayıklamanın gerçekleştirilmesini sağlamakla birlikte, Kur'an'la telif edilmesi imkansız birçok rivayetin kaynaklara girmesine engel olamamıştır.

Tek kanat, yani sened tenkidi. Oysa olması gereken usül, sened tenkidi ile metin tenkidinin birlikte işletildiği bütüncül bir usül inşa etmektir. 

Nitekim ashabın öncü isimleri "rivayetlerin Kur'an'a arzı" şeklinde ifade ettiğimiz metin tenkidi usulünü titizlikle uygulamıştır.

...

AKP'li Gümüşhane Belediyesi şehre AVM yapacakmış. Büyük ve orta ölçekli şehirleri batı tipi "alışveriş ve yaşam merkezleri" olan AVM'lerle ifsad ettiğiniz yetmedi, küçük şehirlerin de fıtratıyla oynamaya başladınız.

Bu politikalarınızla, toplumsal dokuda dayatmacı CHP gâvurluğunun yapamadığı tahribatı yapıyorsunuz.

...

Adana Emniyet Müdürü de, terör kampı basar gibi ev basan o polisler de gayet iyi biliyor ki, Fukara-Der Başkanı ifade vermek için Emniyet'e davet edilse gider ifadesini verirdi.

Fakat mesele başka. Dert üzüm yemek değil, bağcı dövmek. 28 Şubatçılık oynamak. 

Diğeri gibi sizin 28 Şubatınız da tarihin çöp sepetine atılır be. Mağrurlanmayın, sizden büyük Allah var.

...

Alçak zalim Çin devletinin Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin evine necis Çinlileri misafir diye yerleştirmesine haklı olarak tepki gösteriyoruz.

Peki, tağut düzenlerinin kendi paramızla evimize koyduğumuz Tv ve bilgisayar aracılığıyla bizlerin evlerine soktuğu "dizi dizi" necis "misafirler" konusunda da aynı duyarlılığı gösteriyor muyuz?

...

Furkan Vakfı'nı bas, Fukara-Der'i bas, mazlumlar için çırpınan Mü'minlere terörist damgası vur. FETÖ de böyle yapıyordu, fark ne?

Memkekette fısk-fücur, fuhşiyat almış başını gitmiş, boşanma oranları zirve yapmış, aile ve toplum çürüyüp tükenme sinyalleri veriyor, siz Mü'minlerle uğraşıyorsunuz.

Fukara-Der'i basacak yerde, her türlü fıskı fücuru teşvik ederek nesilleri ifsad eden ve toplumu zehirleyen Tv kanal(izasyon)larını bassanıza. Memlekette onlardan daha etkili terörist bulamazsınız.

...

"Üst akıl" işini biliyor, kime neyi yaptıracağı hesabını yapıp düzenini tıkır tıkır işletiyor.

Özelleştirmeleri sosyal demokrat SHP'ye yaptıran, A.Öcalan canisini MHP eliyle idamdan alan üst akıl, şimdi muhafazakar AKP eliyle aileyi tarumar ediyor.

...

Kendisine sunulan seçeneklerin üstünde bir başka ve üstelik asli bir seçenek bulunabileceği ufkundan mahrum olan bir insana mevcut düzende oy kullanmadığınızı söylüyorsunuz, uzaylı görmüşçesine şoka giriyor. Oysa Şoka gireceğine Bime de girebilirdi, belki orası daha ucuzdur!

...

Bir fareden aslan refleksi beklemek ne kadar anlamsız ise, ulus-devletlerden Ümmet odaklı bir refleks beklemek de o oranda anlamsızdır. Bu mesele doğrudan ontolojik/varoluşsal bir meseledir. Her bünye kendi varoluş gayesine göre hareket eder.

Müslümanlara düşen, ulus-devletlerden beyhude beklentilere girmek yerine, Rabbimizin ahkamını esas alan cihanşümul İslam devletini kurma hedefine yönelmek ve ondan hiçbir şartta şaşmamaktır.

...

Kafayı bulduklarında veya kafaları esince "Arabistan'a gidin" gibi ifadelerle mütesettir hanımlara sataşan alçaklara şu gerçeği gür sesle hatırlatmak lazım:

Rabbimizin arzında aslolan, tesettürdür ve mütesettir insanlardır. Siz ve açık-saçıklığınız arizi, peydahlanan bir durumdur.

Şunun şurasında bir asır öncesine kadar siz ve açık-saçıklığınız bu coğrafyada yoktunuz. İlla birilerinin bir yere çekip gitmesi gerekiyorsa, bunlar asıl olanlar değil, emperyalizmin kukla ulus-devletler üzerinden gerçekleştirdiği sosyo-kültürel işgal sonucu peydahlanan sizler olmalısınız.

...

Bugün kendisini Müslüman olarak tanımlayan insanların çoğunun önemli sorunlarından biri de "iliştirilmiş duyarlılıklar" sorunudur.

İslam coğrafyasında olup-bitene Türkiye hükümetinin duyarlılıkları çerçevesinde yaklaşanlar ile, olup-bitenlere İran veya Suud'un duyarlılıklarıyla yaklaşanlar arasında bu anlamda temelde fark yoktur.

Müslüman zihin, tüm bu iliştirilmişlik zincirlerinden kurtulmalı.

...

Devleti ilah ve rab edinmenin güncel somut bir örneği:

Ancak 17/25 Aralık sürecinden sonra Fethullahçılıktan "tevbekâr" olan biri diyor ki: 

"Devlet tavrını koyduktan sonra ayrılmayanlar yapılanları hak ediyor."

Oysa ilah ve rab olarak yalnızca Âlemlerin Rabbi'ni tanıyanlar; kişileri, toplulukları, nesne ve hâdiseleri herhangi bir otoritenin-devletin ölçülerine göre değil, her şeyi ve tabi ki devletleri-otoriteleri de Rablerinin ölçülerine göre değerlendirirler. Elhamdulillah ki, bu sebeple de kalkıp ikide bir "kandırıldık, aldatılmışız" demezler.

Meselelere Rabbani ölçülerle bakmaya çalışan bizler, Fethullahçılığın bâtıl bir anlayış ve işleyiş olduğunu başından beri görüp söylüyorduk, fakat kimseye dinletemiyorduk.

Ayrıca "yapılanları hak ediyorlar" cümlesi de, intikam duygusuyla yapılan haksız-hukuksuz kimi uygulamalar ve cezalandırma biçimleri göz önüne alındığında açık bir vicdansızlık ifadesi.

...

Allah, konjonktürden büyüktür. Düşünürken, bir şeyi yorumlarken, bir tezi savunurken, taraf olurken bu gerçeği asla unutmayın.

...

Câmisinde memurların değil imamların, Mektebinde öğretmenlerin değil muallimlerin, Hastanesinde doktorların değil hekimlerin yer aldığı bir memleket düşlemek, çok mu imkânsızı düşlemektir.

...

Bu haber, iktidar medyasından Haber 7 sitesinden. Bu görüntüden uzaylılar mı sorumlu peki:

"Bursa'nın İnegöl ilçesinde, yaşlı adamın kar yağışına aldırış etmeden çöp konteynerini karıştırıp yiyecek ve giyecek araması görenlerin yüreğini burktu."

...

Sanatçı, yazar, düşünce adamı kendisi için çıkar kavgası vermez, inancına göre ya Rabbi'nin dini yeryüzünde hâkim olsun diye gayret eder, ya da inandığı din/ideoloji neyse onun kavgasını verir. Yeryüzündeki haksızlıklara, sömürü çarklarına karşı mücadele eder.

Türkiye'de böyle mi peki? Son günlerin gündemi olduğu üzere mesela sinemacılar neyin kavgasını veriyor? Bildiğimiz kemik kavgası. O kavgayı sokaktaki köpekler de veriyor.

...

Hükümet'in ETCEP denilen rezalet ve melanet projesinden kamuoyunun tepkisi üzerine vazgeçmesi bir kez daha şunu göstermiştir ki,

Politikacılar açısından Allah'ın ne dediğinin bir önemi yok iken, kamuoyunun ne dediği önemlidir. Hele de seçimler yaklaşmışsa. Zaten demokrasi denilen şey de tam olarak budur.

...

Devran mutlaka dönecek ve Yahudiler dünyadaki mevcut güçlerini kaybedecekler. İşte o zaman, biz Müslümanların eliyle asla değil (Çünkü bizi bağlayan Rabbani ölçüler vardır, öfkemizle değil o ölçülerle hareket etmek zorunluluğumuz vardır), fakat geçmişte olduğu gibi Batıda yükselen sağcı akımlar tarafından bir soykırıma tâbi tutulduklarında dünyada kendilerine acıyacak kimseyi bulamayacaklardır.

...

Salebe rivayeti sahih mi, değil mi tartışmasına bence hiç gerek yok. Senedleri didik didik etmeye, cerhe, tadile ne hacet?

Bakın etrafınıza; para buldu, mevki-makam elde etti diye İslami iddialarından ve mücadele sürecinden kopan bir yığın "Salebe" ile karşılaşacaksınız.

...

Kadınları, Allah'ın kendileri için varettiği fıtri özelliklere ve belirlediği şer'i sınırlara karşı tuğyana tahrik ve teşvik eden feminizm dininin Türkiye'deki en azgın temsilcisi Duygu Asena bugün yaşasaydı, AKP'nin kadın ve aile politikaları ve KADEM gibi kuruluşların varlığı karşısında "Bizim başaramadığımızı başı örtülü yoldaşlarımız başardı" diye düşünür ve zafer ilanında bulunurdu.

...

Ruşen Çakır gibi laik birinin 1990'larda görüp yazdığı bir gerçeği, Müslümanların çoğunun halen fark edememiş olması ne acı:

"RP'nin yaptığı esas olarak, sistemin egemen güçlerine 'Şu demokrasi oyununa biraz İslam motifi katmamız lazım, bunu da en iyi biz yaparız' demektir."

...

M.Kemal'in neticede bir proje olduğu ve Anadolu coğrafyasında tümüyle batının truva atı işlevi gördüğünün somut kanıtlarından biri de, Ayasofya'yı müzeye dönüştürmesidir.

İşte bu atalarının izinden giden üç-beş hadsiz de Ayasofya camiinde bale rezaleti icra ederek gündeme geldi. Allah onları ıslah etsin, cehennem çukuruna yuvarlanmadan hidayet nimetine kavuşmakla nasiplendirsin.

Kimi Müslümanların bu konuyu gündeme getirirken o rezillerin yarı çıplak fotoğraflarını paylaşması da ayrı bir facia. 

Rabbimiz bize harama bakmayı yasaklamışken (Bkz: Nur, 30), bir rezilliği gündeme getireceğiz diye rezil kimselerin yarı çıplak fotoğraflarını paylaşıp yaygınlaştırmak nasıl bir mantığın ürünüdür?

Takva, bizim tüm davranışlarımızın temel ölçüsü olmalı. Tepkilerimizin ve muhalefetimizin de.

...

Türkiye yerli helikopter motoru yapmış ve yetkililer gururla "Dışa bağımlılıktan kurtuluyoruz" açıklaması yapıyorlar.

Oysa bunlar tâli konular, teknik meseleler. Siz zihnen ve kalben "dışa bağımlı" olduktan, bâtıl batının laiklik, demokrasi, kapitalizm, feminizm gibi küfür ideolojilerini reddedip, Âlemlerin Rabbi'nin hayat ölçülerini hâkim kılmadıktan sonra gururla söylediğiniz bu tür sözlerin hiçbir anlamı yoktur.

Bu durumda o yerli helikopterler ancak, bu topraklarda batının değer(siz) yargılarının hüküm sürmesini temin eden teknik araçlar işlevi görür.

...

ABD ara seçimlerde Minnesota eyaletinden Temsilciler Meclisine seçilen Somali asıllı İlhan Omar'ın, 1995 yılında mülteci olarak ABD'ye geldiğinde yanında taşıdığı dedesinden kalma Kur'an-ı Kerim üzerine yemin ederek görevine başlaması, İslam'a dair algıları esaslar yerine dekoratif görüntüye indirgenmiş sembollerle sınırlı olan din(i)dar - muhafazakâr yayın organları tarafından sevinçle karşılandı. Onlara sormak lazım: Kur'an'a el basınca, büyük şeytana bağlılık yemini etmek meşru mu oluyor!

...

Hududullah (Allah'ın insanlar için koyduğu sınırlar) konusunda bugün insanların çoğunda dehşetengiz bir duyarsızlık, laubalilik söz konusu.

Oysa Rabbimiz Kitab-ı Keriminde bizleri sınırlarını ihlal bir tarafa o sınırlara yaklaşmaktan bile sakındırıyor. Zira yaklaşmak, sınırları ihlal riskini doğurur:

"...Bunlar Allah'ın koymuş olduğu sınırlardır, bunlara yaklaşmayın. İşte, sakınsınlar diye Allah ayetlerini insanlara böyle açıklamaktadır." (Bakara, 187)

...

Uydurulmuş din anlayışlarına karşı çıktığı gibi,

Uydurulmuş laik anayasalara,

Uydurulmuş ekonomi sistemleri olan kapitalizme, sosyalizme,

Velhasıl Âlemlerin Rabbi'nin bizim için belirlediği hayat nizamı dışındaki tüm izm ve anlayış biçimlerine ve onlara dayalı toplumsal-siyasal işleyişlere de karşı çıkan muvahhidlere selam olsun.

...

Rabbimizi tanımak, O'nun bize inzal buyurduğu Kitabı okuyup anlamakla mümkündür. Rabbimiz, Kitab-ı Kerim'de bizim kendisiyle ilgili bilmemiz gereken tüm hususları bildiriyor.

Kitab-ı Kerim'den anlıyoruz ki, Rabbimiz kullarına tek taraflı olarak diktede bulunan, onlara tepeden inmeci şekilde yaklaşan bir ilah ve rab değil.

İnsanları muhatap aldığı ve vahyiyle onlara tenezzül ettiği gibi, onlarla karşılıklı etkileşime giren, rızasını bile insanla karşılıklı konumlandıran bir rab ve ilah. Yani Rabbimiz rızasını, insanların kendisinden ve hükümlerinden razı olmalarına bağlıyor.

İnsanlar arasındaki amir-memur, işveren-işçi, zengin-fakir ilişkileri göz önüne alındığında mevki ve sınıf farklılıklarından dolayı insanların birbirlerine tepeden bakabildikleri, birbirlerine karşı mütekebbir yaklaşım sahibi olabildikleri, muhataplık ve etkileşim yerine dikte ilişkisine yönelebildikleri görülmektedir.

Oysa yukarıda da belirttiğimiz gibi Rabbimiz yoktan var ettiği insana karşı bu tür bir tutum takınmamakta, ona tenezzül edip etkileşim düzleminde bir ilişki kurmaktadır. Ne büyük bir lütuf, ne büyük bir ikram.

Mesela Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Şu halde beni anın ki ben de sizi anayım ve bana şükredin, bana karşı nankörlük etmeyin." (Bakara, 152)

"O kafirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve ayetlerimizi bile bile inkar ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz." (A'raf, 51)

Yine Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Allah şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur." (Maide, 119)

"Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön. Gir kullarımın arasına. Gir cennetime." (Fecr, 28-30)

Ve yine Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki doğru yolu bulmuş olurlar." (Bakara, 186)

Rabbimize ne kadar hamd etsek, O'nu ne kadar sena etsek azdır.

"...O ne güzel mevla, ne güzel yardımcıdır." (Hac, 78)

...

Haber bültenleri "Taksim'de yine aynı rezalet" haberleriyle dolu.

Ne bekliyordunuz? Ne ektiniz ki ne biçecektiniz. Haramları teşvik eden yayınlarınızla ifsad ettiğiniz, şehvetperest haz köleleri haline getirdiğiniz ve birer suç makinesine dönüştürdüğünüz bu gençler sizin ve o çok laik-kemalist, batıcı devletinizin eseri.

...

İslam: Yaratmak da, emretmek de (hâkimiyet) Allah'a aittir. (A'raf, 54)

Modern şirk: Yaratmak Allah'a, emretmek (hâkimiyet) insan hevasına aittir.

...

Aliya İzzetbegoviç ne güzel söylemiş: "Savaş, ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir."

"Kurtuluş" savaşını ve İngilizlerce sahaya sürülüp ortada bırakılan Yunanistan'a karşı cephede kazanılan o savaşı Ankara'daki tuğyanıyla, İngiliz gâvurunun kültürünü kopyalayıp Anadolu halkına dayatan politikalarıyla hezimete dönüştüren M.Kemal'i çok iyi anlatan bir söz.

...

"...Evlere kapılarından girin. Allah'tan korkun, umulur ki kurtuluşa erersiniz." (Bakara, 189)

"Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip (izin alıp) ev halkına selam vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir, umulur ki bunu düşünüp anlarsınız." (Nur, 27)

Bu "noel baba" denilen eleman adam olsaydı, evlere bacadan girmeye kalkışmaz, edebiyle selam verir izin verilirse kapıdan girerdi!

...

Mealcilerin din anlayışları, Nasreddin hocanın fıkradaki müzisyenlik anlayışına benzemektedir.

Hani Hoca parmağıyla sazın bir telini tutmuş öylece müzik (!) icra ediyormuş, "Hocam diğerleri parmaklarını teller üzerinde gezdiriyor, sen niçin sabit tutuyorsun" denince şöyle cevap vermiş ya: "Onlar benim tuttuğum teli arıyorlar!"

Mealcilerin din anlayışı da böyle sığ, köksüz, yüzeysel işte. Bizim için en güzel örnek kılınan Rasulullah (a.s.)'ın sünnet-i seniyyesini ve yanı sıra Ümmetin 14 asırlık birikimini yok sayan, Kur'an'ın bir toplumsal pratik üzerine inzal olduğunu görmezden gelen bir hikmetsizlik, düşüncesizlik biçimi.

...

İşçiye asgari ücret, bankalara-holdinglere azami kâr.

Karunlar öldü, fakat Karunluk son derece modern hatta postmodern olarak sürüyor.

Ve başta Mekki sureler olmak üzere Rabbimizin Kitab-ı Kerimi, bu duruma veryansın ediyor.

Kur'an taptaze, dipdiri bir rehber olarak, tevhid ve adalet taliplilerinin yürek, zihin ve pratik hayatlarına inzal olmaya devam ediyor.

...

Çılgınca işlenen haramlarla bitirilen ve yine o şekilde başlanan yıllardan insana hayır gelir mi?

Miladi takvimi de esas alsa, bir yılı haramlarla, tuğyanla, münkerle uğurlaması ve diğer yıla da bu şekilde adım atması bir kişinin ahmaklığına yeter karinedir.

...

"Vusulsüzlük usulsüzlüktendir" denmiş. Yani doğru sonuçlara varamamak usulsüzlükten kaynaklanır. Ne kadar doğru.

Bugün, Kur'ani bağlamda apaçık olmasına rağmen "tartışmalı konular" olarak ele alınabilen birçok konu, aslında usulsüzlüğün kurbanıdır desek isabet etmiş oluruz.

Kur'an'ı anlamada (tefsir usulünde) temel ilkelerden biri, külli olanın cüzi olana değil, cüzi olanın külli olana tâbi kılınmasıdır. Yani bir konuda külli bir ilke ifade eden nas var ise, o konuyla ilgili diğer tüm nasların bu külli ilke çerçevesinde anlaşılması, ona tâbi kılınması gerekir.

Konunun iyi anlaşılması açısından iki örnek vermek istiyorum:

Birincisi, tarihsel süreçte ortaya çıkmış bir anlayış olarak, Rasulullah (a.s.)'ın da şâri (şeriat/hüküm belirleyici) olarak algılanması hususudur. Bu anlayışın ortaya çıkmasında "Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdiği zaman mü'min erkek ve kadın için artık o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur..." (Ahzab, 36) ve benzeri ayetlerdeki "Allah ve Rasulü'nün hükmü" ifadesinin doğru anlaşılamaması ve beraberinde tarihsel süreçte üretilmiş "Bana Kur'an ve bir de benzeri verildi" gibi rivayetler etkili olmuştur.

Oysa başta sözünü ettiğimiz doğru usulle, yani külli olan-cüzi olan ayrımını yaparak, cüzi olanı külli olana tâbi kılmak, onun çerçevesinde anlamak usulüyle konuya yaklaşılmış olsaydı, Ahzab 36 ve benzeri ayet-i kerimelerin "Allah'ın indirdiği ve Rasulullah'ın da kapsamını açıklayıp uyguladığı Rabbani hükümler" demek olduğu rahatlıkla anlaşılacaktı.

Konu, hüküm koyucu/şâri olanın ancak Âlemlerin Rabbi Allah olduğu ilkesini ifade eden "...Hüküm yalnızca Allah'a aittir. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler." (Yusuf, 40) ve "...O hükmüne kimseyi ortak etmez." (Kehf, 26) şeklindeki külli ilkeyi ifade eden ayetler çerçevesinde ele alınsa ve diğer ayetlerin bu külli ilke çerçevesinde anlaşılması yoluna gidilmiş olsaydı, İslam'ın ilah, rab, melik gibi temel akide kavramları ve Rabbimizin bu kavramlarla ifade edilen hükümranlığıyla ilgili isim-sıfatlarıyla çelişkiye düşecek şekilde "Rasulullah'ın şâriliği" gibi bir yaklaşım üretilmez, nübüvvetiyle yeryüzünde yalnız Allah'ın hükümranlığı akidesini yerleştirme mücadelesi veren Rasulullah (a.s.)'ın pak sünneti, onun tevhid eksenli mücadelesini gölgeleyecek şekilde anlaşılmaya kalkışılmazdı.

Bir diğer konu, Yusuf (a.s.)'ın Mısır Meliki'nin güya maliye bakanlığı görevini üstlendiği iddiası. Ki bu iddia, günümüzdeki cahiliye düzenlerinde yöneticilik kadrolarında yer alan insanların bu gayri İslami konumunu meşrulaştırmak için söz konusu edilmektedir.

Kur'an'da Yusuf (a.s.) kıssasında onun Mısır'da diledği gibi hareket edebileceği tam biriktidar konumuna sahip olduğunun belirtilmesi (Yusuf, 56) ve tahtından söz edilerek (Yusuf, 100) bu hususun bir kez daha altının çizilmesi zaten sözünü ettiğimiz iddianın çürüklüğünü ortaya koymaktadır.

Bununla birlikte kıssanın ve Yusuf (a.s.)'ın zindan sonrası Mısır'da elde ettiği konumun doğru anlaşılması noktasında, Kur'an'da Rabbimizin, Peygambelerle (a.s.) ilgili zikrettiği şu külli kaidenin göz önünde bulundurulması gerekir:

"Biz her peygamberi, Allah'ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik..." (Nisa, 64)

Görüldüğü üzere Rabbimiz, elçilerini (a.s.) ancak kendilerine itaat edilsin diye gönderdiğini, yani onların yeryüzündeki bir başka merci ve otoriteye itaat eden değil, bizatihi kendileri itaat mercii olan, kendilerine insanların itaatla yükümlü olduğu insanlar olduğunu zikretmektedir.

Dolayısıyla Yusuf (a.s.)'ın Mısır Meliki'nin maliye bakanı olduğunu söylemek bu külli Kur'ani ilke açısından da yanlış ve bâtıl bir iddiadır.

...

Ey hükümet yetkilileri, yönetiminize yönelik İslami muhalefetlerinden dolayı çeşitli İslami çalışma gruplarının üzerine gidiyorsunuz, sindirme operasyonları yapıyorsunuz ve fakat ikide bir Menderes üzerinden size açıkça veya ima yoluyla darbe ve idam tehditleri yapan Oda Tv, D.Perinçek grubu benzeri kemalist darbeci kesimlere niçin gıkınız çıkmıyor.

Gücünüz gariban İslami çalışma gruplarına mı yetiyor?

...

Bazı ilahiyatçı akademisyenler ve yazar-çizerlerde iflah olmaz bir "Yaşar Nuri'leşme temayülü" gözleniyor.

...

İnsanlar maalesef dün olduğu gibi bugün de aynı sapma içinde bulunuyor:

"Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz.

Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.

Haram helâl demeden mirası yiyorsunuz.

Malı aşırı biçimde seviyorsunuz." (Fecr Suresi, 17-20. Ayetler)

...

İşgalci alçak ABD'nin müttefikleriyle birlikte DAEŞ'le mücadele adı altında yerle bir ettiği ve onbinlerce sakinini enkazlara gömdüğü Musul'da yılbaşı hediyesi dağıtan "Noel babalar" fotoğrafı.

Bu fotoğraf tüm Müslümanların utancı olarak bize yeter. ABD'ye üslerini açan, Musul ve Rakka'nın yerle bir edilmesinde işbirliği yapan tüm işbirlikçi yönetimlere ithaf olunur.

...

Rabbimizin bizim için önder ve örnek kıldığı Peygamberler (a.s.) hep Kitabın ortasından konuştular.

Bu sebeple de genellikle insanların çoğunu memnun edemediler. Zira insanlar başkalarının putlarına söz söyleyenlerden rahatsız olmasa da, bizatihi kendi putlarına (tağutundan cibtine, endadından evsanına, makam-mevkiinden mal-mülküne, kariyerinden nefsani arzularına...) söz edenlerden pek hoşlanmazlar.

Kitabı insanlara göre değil, insanları Kitaba göre konumlandıran ve Kitabın mesajlarını güncel boyutlarıyla gündemleştirenleri radikal ve marjinal diye etiketlemeyi severler.

Bu sebeple birçok kişi Kitabı bildiği halde insanları karşısına almamak için Kitabın ortasından konuşmaya yanaşmaz. Onun yerine, Kitabın ana mesajından kopararak anlam kaybına uğrattığı füruata boğulur ve insanların gündemini de onlarla teslim alır.

Kitabın ortasından konuşmak, Kur'an'ın apaçık beyanlarıyla bâtılı bâtıl olarak, hakkı da hak olarak açık ve net olarak ortaya koymak ve insanları bâtıldan teberri edip hakka ittiba etmeye çağırmaktır.

...

ABD'yle stratejik dost ve müttefik oldunuz, Çin'le, Rusya'yla oldunuz, o zalimle oldunuz bu zalimle oldunuz fakat hiçbir zaman mazlumlarla ve Müslümanlarla stratejik ortak olamadınız.

...

Eskiden Müslümanlar birbirlerini, Allah'tan korkarak tercihte bulunmaya ve hareket etmeye çağırırlardı.

Şimdilerde ise Amerika'dan, siyonistlerden, CHP'den vs korkutuyorlar birbirlerini.

Bu da, artık dünün muvahhidlerini dahi istikametlerini Allah korkusuna göre değil, Amerika korkusuna, CHP korkusuna göre belirlemeye götürüyor.

İşte apaçık hakta sebat etmek yerine, çürütücü, ifsad edici ehven-i şer limanına bu yüzden sığınıyorlar.

Tabii ki kendisinden asıl korkulmaya lâyık olanın Âlemlerin Rabbi olduğunu herkes Hesap Günü aynel yakîn anlayacak, fakat iş işten geçmiş olacaktır.

...

Kur'an'ın lafzen Allah'a değil (haşa) Rasulullah'a ait olduğunu söyleyebilecek kadar zırvalamanın zirvesine ulaşırsan ve sonra da asrın tağutuna müteşekkir olduğunu ifade edersen Oda Tv adlı operasyonel derin mahfillerin övdüğü bir şarjlı oyuncak oluverirsin.

Sonra da kalkıp Müslümanlar arasında nefes alamıyorum diyorsun. Alamazsın tabi, çünkü nefesin çok kötü kokuyor. Her nefes alıp verdiğinde, her konuştuğunda ortalığı dayanılmaz pis kokularla dolduruyorsun. Allah seni ıslah etsin, küfre, tuğyana hizmet ettiğini anlamayacak kadar şeytanın oyuncağı olmuşsun.

...

Bugünün birçok Müslümanının hali pürmelali şöyle:

- Bir cihad olsa da görseniz Allah yolunda nasıl savaştığımı.

- Maşallah. Bu arada akşamki Kur'an dersine geliyorsun değil mi?

- Şey bu akşam misafirlerim gelecek de, kem küm...

....

Böyle olmamalıydı. Afganistan'daki NATO işgal gücüne TSK'nın dahli ve desteğinin iki yıl daha uzatıldığı TBMM tezkeresi kararına Özgür-Der'i, Akabe'si, Akdav'ı, İHH'sı vs susmamalıydı.

...

Hindistan'da inek nasıl putlaştırılmışsa, AKP Türkiyesinde de kadın putlaştırılmış bulunuyor.

Beyanı mutlak nas mesabesinde kabul edilen, her halükârda haklı olan, itiraz edilemez, kendisine sınır konulamaz bir modern zaman putu.

...

Hey gidinin tam bağımsız (!) ve Ümmetin kalesi (!) Türkiyesi:

"TSK'nın, NATO’nun Afganistan'da icra edeceği kararlı destek misyonu için yurt dışına gönderilmesi konusunda Hükümete verilen izin süresinin, 6 Ocak 2019 tarihinden itibaren iki yıl daha uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi TBMM'de kabul edildi."

...

Memleketten yeni bir "at izi - it izi" hikâyesi. 

Müftü Bey arkasında M.Kemal fotoğrafı ve imzası olduğu halde “İslam’da domuz etinin hükmü neyse Milli Piyangonun hükmü de aynıdır” açıklaması yapıyor.

"Domuz eti gibi haram olan piyangoyu işleten ve halkı bu harama teşvik eden laik bir devletin müftüsü mü olurmuş? Tevbe ediyor ve bugüne kadar bilinçsizce sürdürdüğüm bu yanlış görevden istifa ediyorum" şeklinde açıklama yapsa, at iziyle it izini birbirinden ayırmış ve hakla bâtılın alabildiğine birbirine karıştırıldığı "Yeni Türkiye" mantalitesine İslami bir itirazın öncülüğünü yapmış olacak.

Fakat müftü bey bunun yerine söz konusu haramı uzaylılar işletiyormuş gibi konuşmakla iktifa ediyor.

...

"AKP gelmesin de CHP mi gelsin" demenin reeldeki karşılıklarından biri bugün İstanbul'un bilboardlarında bütün rezilliğiyle yer aldığı üzere, faiz kurumu olan Vakıfbank'ın bayan basketbol takımı oyuncularının mayolu fotoğraflarını bütün halkın gözüne CHP yerine AKP'nin sokuyor olmasıdır. Bilmem anlatabildim mi.

Elhamdulillah ki bizler tevhidi duruşumuzu hiç bozmadık, şirk, fısk ve tuğyanın sol-kemalist kanadına lâ dedimiz gibi sağ-muhafazakar kanadına da lâ dedik ve bu akidevi reddiyemizde sebat ettik.

...

Haramda hüsran vardır, ziyan vardır.

"Allah faizi yok eder, sadakaları ise bereketlendirir..." (Bakara, 276) ayetinin tefsiri gibi bir haber:

"Samsun’da 1993 yılında Milli Piyango’dan büyük ikramiye kazanmasının ardından şanssızlıkların yakasını bırakmadığı Süleyman Orhan, daha önceden alın teriyle kazandığı birikimini ve iş yerlerini de kaybetti. Orhan bu sene piyango bileti alanlara ise "Tavsiyem, kimse umutlarını piyango biletine bağlamasın” dedi.

Orhan, ikramiyeden kazandığı parayla Türkiye'nin ilk yerel televizyonunu kurdu. Orhan, ikramiyenin geri kalan kısmıyla daha önce alın teriyle kurduğu iş yerlerinin teknolojilerini değiştirmek ve geliştirmek için kullandı. 1994 yılında ülke genelinde yaşanan ekonomik krizden etkilenen Orhan, ikramiyeden kazandığı parayla birlikte, daha önceki iş yerlerini ve televizyonunu başkasına devretmek zorunda kaldı. ’Talihli talihsiz’ Süleyman Orhan şimdilerde emekli maaşı ile geçimini sürdürürken, umutlarını piyango biletine bağlayan milyonlara ise bilet alamamaları tavsiyesinde bulunuyor."

...

Sakarya'daki ırkçı cinayette odaklanılması gereken, o sarhoş caniden çok o ve benzerlerini bu tür saldırılara sevk eden Suriyeli, Kürt vs düşmanlığının ideolojik kaynaklarıdır. 15 Temmuz sonrası memlekette ırkçı nitelikli kemalist ulusçuluğun yeniden yükseltilmeye çalışıldığı, kimi kemalist, ulusalcı ve milliyetçi yayın organlarında sürekli olarak ırkçı nefret propagandası yapıldığı biliniyor.

...

İkinci dünya savaşı belgeselini izlerken, savaş sırasında çekilen görüntülerde Fransa'nın, Almanya'nın, Polonya'nın, Ukrayna'nın köylerinde kadınların hemen hepsinin başörtülü olması dikkatimi çekmişti. Rize Çayelili 85 yaşındaki Huriye teyzenin, çay toplarken fotoğraflarını çekip paylaşan torununa "Resmimi çekip dağıttı dünyaya. Bakalım namahrem değil miyim" şeklinde kızdığı haber videosu aklıma bu belgeseli yeniden getirdi.

Tesettürlü ve üstelik 85 yaşındaki Huriye teyzenin mahremiyet kaygısı ne kadar mübarek bir hassasiyet. Anadolu kadını hep bu hassasiyete sahip oldu. 1965'te BBC seçimler sırasında Anadolu'da çekimler yaparken mütesettir teyzelerimizin görünmemek için en yakın sütrenin ardına gizlendikleri görülüyor.

İşte bu mübarek mahremiyet hassasiyeti, televizyon ve internetin yaygınlaşmasıyla tarumar oldu maalesef. Bu iki araç, mahremiyet yerine imajı kutsadı, teşhirciliği cazip hale getirdi.

Marshal Mcluhan 1960'lı yıllarda, televizyonun yaygınlaşmasıyla dünyanın global bir köy olacağını öngörmüştü. 

Maalesef bu öngörü gerçek oldu. Bugün dünya, hazcı, teşhirci, süfli bâtıl batı kültürünün hâkim olduğu global bir küfür ve fısk köyü durumundadır.

...

"Taş yerinde ağırdır" diye çok güzel bir Türkçe deyim var.

Bu coğrafyadaki çoğu Müslümanın ve İslami çevrenin son 16 yıldaki en büyük sorunu, sistemdeki kabuk değişimine aşırı anlamlar yükleyerek, olmaları gereken yeri terk etmeleri (cahiliye düzeni ve onun kadrolarıyla aralarındaki akidevi ayrışmayı bir tarafa bırakmaları) ve sistem içi bir taraftarlık veya muhalefet düzleminde konum belirlemeleri olmuştur.

Oysa Müslümanların cahiliye düzenlerindeki konumlanması, cahiliye düzeninin sağ veya sol hiçbir kanadına taraftarlık olamayacağı gibi, muhalefetleri de sistem içi işleyişle sınırlı değil, akidevi meşruiyet algısı çerçevesinde ve dolayısıyla sistem üstü olmalıdır.

...

Şu "İslamcı" tabirinin Müslümanların yayın organlarında bile yoğun şekilde kullanılıyor olmasından gına geldi.

Kardeşim siz Rabbimizden ve O'nun bizim için belirlediği Mü'min ve Müslim isimlerinden razı değil misiniz? Nedir bu münzel olandansa üretilene ilgi ve iltifatınız?

Şahsen benim algı dünyamda simitçi ile islamcı kelimeleri arasında çok bir fark yok.

...

İman işte böyle bir şey. Şu gençteki Fenerbahçe'ye olan iman ve bağlılık, bizlerde de Allah'ın dini hususunda olmalı değil mi:

"Barış Efe, 19 yaşında bir üniversite öğrencisi. Koyu bir Fenerbahçe taraftarı. Öyle ki apar topar girdiği bir ameliyat sonrasında henüz narkozun etkisindeyken bile Fenerbahçe’yi sayıkladı. Bu anlar babası tarafından görüntülendi. Genç Fenerbahçeli, yanındakilere Ersun Yanal'ın takımın başına gelip gelmediğini sordu."

...

Türkiye'deki dindarlığın seviyesi, Kur'an'da Rabbimizin tanımladığı üzere şeytan işi pislik olan piyango, iddaa, ganyan vs kumar çeşitlerini lânetleyip, diğer yandan Haziran'daki seçim sonrası Temmuz'daki ilk Hükümet icraatı olarak bu kumarların cazibesini artırmaya yönelik yasa çıkartan yöneticilerde ümmetin liderliği gibi payeler vehmetmek ve onları desteklemek düzeyindedir.

Bu dindarlığın mü'minliğe/müslimliğe tebdil olması için önce lâ bilincinin kazanılması gerekir.

...

İktidar medyasının Sabah'ı, Akşam'ı, Takvim'i, Güneş'i vs ile kadın bedeni teşhirciliğinde Ciner ve Demirören medya gruplarından bile daha rezil bir durumda bulunması, AKP yöneticilerinin bütüncül hayat nizamı olarak İslam'a uzaklıklarının ötesinde, kişisel dindarlık boyutunda dahi bir hassasiyetlerinin kalmadığının kanıtlarındandır.

Neticede bu yayın organlarının iktidara bağlı olarak yayın yaptığını, Erdoğan'ın ufak bir talimatıyla yüzde yüz değişebileceklerini herkes biliyor.

...

Dünyanın en aptalca iddiası, hem kemalist hem de anti-emperyalist olunabileceği iddiasıdır....Yerel seçimle genel seçimleri birbirinden ayırmak ve yerel yönetimleri tağut nitelikli genel yönetimden ayrı düşünerek İslami açıdan yerel yönetimlere katılmanın ve yönetici seçmenin meşru olduğunu öne sürenler çok büyük bir yanılgı içinde.

Yerel yönetimler neticede genel yönetimin bir parçası ve onun işleyişine bağlı-bağımlı idari birimlerdir. Genel yönetimin meşru gördüğü her halta yerel yönetim onay vermek zorundadır. 

İçki, yasal kumar, her türlü haramın işlendiği eğlence yerleri vs için ruhsat vermek yerel yönetimlerin işidir.

Oy vermek vekalet vermektir. Vekalet verdiğiniz kişi her ne haram işe imza atmışsa siz de bundan sorumlu olursunuz.

Rabbimiz bizi ruczdan hicretle yükümlü kılmıştır. Bu yükümlülüğü sağından-solundan zafiyete uğratmaya çalışmak iman sözleşmesiyle (akide) bağdaşmaz.

...

Biz işimize bakalım. Her zırvalayana cevap yetiştirmeye kalksak yeryüzündeki tuğyanla mücadele edecek zamanımız kalmaz. 

M.Öztürk çoğu zaman yaptığı gibi yine zırvalama hakkını kullanmış. Zırvanın müşterisi olur mu, maalesef oluyor. Hak gün gibi ortada dururken bazı insanlar illa farklı olmak adına zırvalara ilgi gösteriyor. 

Bizim hikmetli, güzel bir sözümüz vardı, şimdilerde polemikseverliğin cazibesi içinde unutulsa da: Zırva tevil götürmez.

...

Yeryüzündeki Rabbani hareketin, tevhid ve adalet davasının son elçisi Rasulullah (a.s.)'ı anma toplantısı düzenliyor, O'nu övgülerle yâd ediyorsunuz.

Ardından insanlık tarihindeki laik tuğyan ve tepeden inmeci, tektipçi ideolojik dayatmacılığın temsilcilerinden M. Kemal'i anma toplantısı düzenliyor, ona övgüler diziyor, gösterdiği hedef için çalıştığınızı söylüyorsunuz.

Sonrasında da batiniliğin, vahdeti vücud panteizminin, bütün hezeyanlarıyla mistisizmin temsilcilerinden olan, akaid, fıkıh, hadis gibi İslami ilimleri "köpeklerin önüne atılan kabuk", kendi hezeyan dolu mistisizmini ise "dinin özü" olarak niteleyen Celaleddin Rumi'yi anma toplantısı düzenliyor, onu da öve öve bitiremiyorsunuz.

Tüm bunları nasıl başarıyorsunuz doğrusu merak ediyorum. Sizdeki midenin nasıl bir hazım kapasitesi var böyle.

...

Belediyeler "cenaze imamı" istihdam ediyorlar. Niçin mi? Yıl boyunca seküler nitelikli müfsid kültür ve eğlence programlarıyla, şehir tiyatrolarıyla, cazları- sazlarıyla ve hatta at iziyle it izini birbirine karıştırdıkları sözde Ramazan programlarıyla ifsad ettikleri insanlar ölünce, mezarları başında onlara "Bak kardeş, Rabbin kim diye sorulduğunda Yüce Allah diyeceksin, Peygamberin kim ve Kitabın ne diye sorulduğunda Muhammed (a.s.) ve Kur'an-ı Kerim diyeceksin" şeklinde telkinde bulunmak için.

Diriye eğlence, ölüye tebliğ. Ne muhteşem bir din tasavvuru değil mi!

...

Soru: Olmaz ya, faraza oldu ve Türkiye ile ABD savaştı. Biz Müslümanlar o durumda ne yaparız?

El cevap: Tabii ki ABD'ye karşı aslanlar gibi savaşırız. Lakin tuğyan düzeni ve onun ordusunun velayetini/komutasını kabul etmemiz bizim için akidevi olarak mümkün olmadığından, ABD'ye karşı bağımsız İslami bir cephe açarak yaparız savaşımızı.

...

Papaz krizinde insanları vatan-millet diye gaza getirip onbinlerce kişinin dövizlerini bozmasını sağladılar.

Şimdi ise dövize dayalı tahvil çıkarıp dövizi olanlara yıllık yüzde 4 faiz geliri karşılığında bu tahvilden alma çağrısında bulunuyorlar.

Kısacası garibanlara vatan-millet edebiyatı, boynu kalınlara ise halkın kaynaklarından faiz peşkeşi.

Bir de ikide bir "Ne aldatan olacağız ne de aldatılan" demezler mi.

...

Abdulhamit Kahraman "KUR'AN'A ÇAĞIRDIĞINI SÖYLEYENLERE SORULAR" başlıklı bir şeyler yazmış, değerli bir kardeşimiz de bunu sayfasında paylaşmış.

Ben de o paylaşımın altına şunları yazdım:

Değerli kardeşim, "Kur'an'a Dönüş Çağrısı" adlı bir kitabın yazarı olarak bu genellemeci ve haksız tanım ve ithamlarla dolu yazıyı Abdulhamit Kahraman'a yakıştıramadığım gibi, paylaşmanızı siz kardeşime hiç yakıştıramadım. Seyyid Kutubumuz da, Mehmed Akifimiz de mesela Kur'an'a çağırmıştır. Bir defa Kur'an'a iman eden her insan genellemelerden sakınmayı öğrenmiş olmak zorundadır. O Kur'an ki Yahudilerle, Bedevi Araplarla vs ilgili tanım yaparken bile içlerindeki istisnaları muhakkak müstesna tutar. Kur'an'a dönüş çağrısı yapan herkesi aynı kefeye koyup bu şekilde haksız ithamlara muhatap kılmak en hafif tabirle zulümdür.

Sözgelimi 12. maddede "Kur'ân'a çağırdığını söyleyenler Kur'ân ile ilgili 15-20 yıl önce söylediklerini neden bugün değiştirip inkar ediyorlar?" diyor. Şahsen ben Kur'an'a Dönüş Çağrısı kitabımı yazdığım 1994-1995 yılından bu yana, ki evveli de var tabii ki, Kur'an'la ilgili yaklaşımlarımı zerre kadar değiştirmiş değilim.

Yine 5. maddede "Kur'ân'a çağırdığını söyleyenler (sıkışınca) "biz hadisleri inkâr etmiyoruz diyorlar!" Peki neden hadisleri tamamen reddedenlere hiçbir eleştiri getir(e)miyorlar? Onlara mesafe koymuyorlar?" deniyor. Ben şahsen bu konuda Kur'an'a modernist yaklaşımları eleştiren makaleler yazdım, konferanslar verdim.

10. maddede "Kur'ân'a çağırdığını söyleyenler neden Kur'ân'dan para kazanıyor? Neden 'kişisel' tefsirlerinden ve 'uyduruk' yorumu meallerden neden para kazanıyorlar? Kur'ân geçim bir geçim kaynağınıdır. Başka işi yokmu bunların?" deniyor. Mesela benim kitaplarımdan asla telif almadığımı, para kazanmak ve gelir elde etmek bir yana, kitap işleriyle meşguliyetimizin bizim için Ercümend Özkan'ın tabiriyle "yan gider" olduğunu tanıyanlar çok iyi bilir.

Bu durumda bu konuda kitap yazmış biri olarak en azından şahsım adına Abdulhamit beyden bir özür ve helallik beklediğimi söylemek isterim.

...

"Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Suriye rejimi lideri Beşar Esad'ın demokratik bir seçimden galip çıkması halinde kendisiyle çalışmayı göz önünde bulundurabileceklerini dile getirdi."

Seçilince katil olmaktan çıkacak değil mi! Demokrasiniz de siz de yerin dibine batın.

...

İşte sizin stratejik ortağınız: Seri katil ABD, işgal altında tuttuğu Afganistan'da hunharca bir katliam daha yaptı. Afganistan'ın doğusundaki Kunar ilinde köyleri hedef alan ABD bombardımanında en az 65 mazlum katledildi.

Dört köyün yerle bir edildiği ABD bombardımanında katledilen 65 köylünün çoğu kadın ve çocuk.

...

Ali Şeriati "Muhammed'i (a.s.) Tanıyalım" adlı kitabında, Batının 19. asırda komünist-sosyalist dalgayı kırmak için işçi sınıfının (proleterya) maddi-sosyal durumunu güçlendirerek onları sistem için potansiyel tehlike olmaktan çıkarıp sistemin devamlılığını sağlayan kitle haline getirmesinden söz eder.

Şeriati, gelişmekte olan ülkelerde de benzer bir politikayla, proleterya-burjuvazi arasında "ortadirek" adı verilen bir sınıf oluşturularak sistemlerin bekasının sağlandığını ifade eder.

Son yıllarda küresel düzeyde ve yerel düzeyde tuğyan düzenlerinin uygulamakta olduğu "ılımlı İslam" politikalarının gayesi de aynıdır. Dinî anlamda bir "orta sınıf/ortadirek" kitle oluşturarak sistemlerin devamlılığını sağlamak.

Burada "orta sınıf"tan kastımız, İslam'ı ferdi ve ictimai anlamda din olarak benimseyen, fakat devlet-hükümralık anlamında İslam'ın öğretisinden ve egemenlik iddiasından habersiz-uzak bir dindar kitledir.

...

İzmir belediye başkanlığına aday olduğunda "Tekirdağ'da iki rakı fabrikası vardı, bizim dönemimizde şimdi 18 taneye çıktı" açıklaması yapan Binali amca şimdi İstanbul'a aday olursa muhtemelen cami sayısını artırdıklarından, Taksim'e, Çamlıca'ya cami yaptıklarından söz edecektir.

...

TBMM lokantasındaki yemek fiyatları çokça gündeme geliyor ve tabiatıyla hepimiz "Bu kadarına da pes" diyoruz.

Peki orduevlerindeki yemek fiyatları niçin kimseler tarafından gündeme getirilmiyor? Üstelik oralarda çok cüzi fiyatlarla gırla içki de içildiği halde.

Bir TBMM'deki yemek fiyatlarının sürekli gündeme getirilmesi ve fakat bir değil yüzlerce orduevindeki aynı durumun gündem edilmemesi, bu konuda bir algı operasyonu ihtimalini akla getiriyor.

Şayet mesele imtiyaza karşı itiraz ise, ki toplum olarak bunu yapmalıyız, o zaman TBMM'deki uygulamaya da orduevlerindeki uygulamaya da ayrım yapmadan itiraz etmeliyiz. 

Neticede halk olarak bizlerin sırtımızdan birilerinin sefa sürmesi söz konusu. Üstelik bu sefayı sürenler Türkiye'de en yüksek maaşları alan milletvekilleri ve subaylar.

...

Diyanet İşleri Başkanlığı, Piyango'nun haram olduğu fetvası vermiş. Bu fetvaya gerek yoktu, kumarın haramlığı Maide Sûresi 90-91. ayetlerde çok açıkça bildiriliyor zaten.

Fetva verecekseniz şunun fetvasını verin: Haram olan Piyango'yu oynatan devlet nedir, helal midir, haram mı?

...

Alçak Çin'in üst düzey bir yetkilisi, karanlıkçı D.Perinçek'in gazetesine aynen şunu söylemiş:

“Doğu Türkistan konusunda Türkiye’den bu kadar çok tepki gelmesi anlaşılır değil. Biz Atatürk’ün yaptığını yapıyoruz. Atatürk gericiliğe karşı nasıl büyük bir aydınlanma seferberliği yürütüp başarılı olduysa, biz de aynısını yapıyoruz.”

...

Cennet de, Cehennem de bir hakediştir. (Bkz: Nisa: 123, 124. Ayetler)

...

Bizlerle oy kullananlar arasındaki fark şu:

Biz terazinin bozuk olduğunu ve bu terazi değiştirilip yerine doğru terazi konulmadığı takdirde bir sonuç almanın mümkün olamayacağını söylüyoruz.

Terazi (nizam) değişiminin ise seçimle değil dâvete dayalı toplumsal bir köklü dönüşüm (inkılab) ile mümkün olduğunu ifade ediyoruz.

Onlar ise teraziyi tutanın değişmesinden çözüm bekliyorlar.

Tabii ki beyhude bir bekleyiş, daha çok beklerler.

...

Dün (10 Aralık 2018) İstanbul'da 10 STK'nın, Suriye zindanlarında kadınlara yapılan alçaklıklarla ilgili yaptıkları ve mağdurların yaşadıklarına yer verilen basın açıklamasındaki bilgiler bir kez daha göstermiştir ki, Suriye rejimine en ufak bir sempati besleyen biri bırakalım İslam'ı insanlıktan bile nasibini alamamıştır.

YORUMLAR
  • Ş. Hüseyinoğlu   31-03-2019 12:40

    Ve aleykum selam ve rahmetullah Şahin abi. Rabbim cümlemizden razı olur inşallah. İlgi ve katkınız için teşekkür ederim.

  • Şahin ÖZDAŞ   30-03-2019 13:04

    ES. Allah (cc) razı olsun, çok müstefid oldum. Ellerin dert görmesin. Bütün bir gündemini tarikatlar ve onların hurafeleri teşkil ediyor ve fakat bu ülkedeki hâkim tarikat olan Kemalizme dair iki çift sözün duyulmuyor. Oysa belirli zamanlarda şehirlerden otobüslerle milyonların taşınıp bağlılık ayinleri ve paganist tazim ritüellerinin gerçekleştirildiği devasa türbesiyle, mozolesi ve ülke sathındaki heykelleri önünde kıyamda durulan, çelenk koyma adı altında rükuya varılan ve bağlılık yeminleri yapılan "kutbul azamıyla" diğer tarikatlardan eksiği yok fazlası var bu resmî tarikatın. Hatta bu resmi tarikatın mürşidi de var, Mürşidinden el alan, iradesine el koyulan müridleri de… Kendisine sunulan seçeneklerin üstünde bir başka ve üstelik asli bir seçenek bulunabileceği ufkundan mahrum olan bir insana mevcut düzende oy kullanmadığınızı söylüyorsunuz, uzaylı görmüşçesine şoka giriyor. Oysa Şoka gireceğine Bime de girebilirdi, belki orası daha ucuzdur! Yok ağabey be! Galiba Devlet babalarının TANZİMİ daha ucuz ve daha uçuktur. AEO.ES

  • Ş. Hüseyinoğlu   27-03-2019 06:00

    Rabbim cümlemizden razı olur inşallah abi. İlgi ve katkınız için teşekkür ederim.

  • Hızır    25-03-2019 13:03

    Allah razı olsun İnşaAllah Yine güzel bir gündem olmuş hepsi ayrı ayrı değerledimek gerek. Meydanda müslüman kalmadı sistem üzerinden ya kahrediyoruz ya üzülüyoruz. Bu medya neye üzülüp neye sevinecegimize karar veriyorlar.

Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN