HAYAT: İKİ “İKRA” EMRİ ARASI

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

04-01-2018 13:56


Yüce Rabbimizin insanlığa yönelik son hitabı olan Kur’an-ı Kerim’in ilk ayetleri, bildiğimiz gibi Alak Sûresi’nin ilk beş ayetidir. Müşrik Mekke toplumu içinde yaşayan ve fakat bu toplumun inançları ve yaşantı tarzını doğru bulmayıp, inanış, duygu ve yaşayış olarak toplumdan ayrışan Muhammed b. Abdullah, özellikle 35 yaşından sonra bir arayış içine girmiş, bu çerçevede kelime anlamı da arayış demek olan Hira dağının tepesindeki mağaraya sıkça gider olmuştu.

Siyer kaynaklarının aktardığına göre, özellikle Ramazan ayı içinde bazı günler bir köşeye çekilip tefekkür ve ibâdete yoğunlaşmak zaten Mekke’de var olan bir gelenekti. Örneğin Rasulullah’ın (a.s.) dedesi Abdulmuttalib’in de Ramazan aylarında zaman zaman Hira’ya çekildiği kaynaklarda aktarılan bilgiler arasındadır. Allahu âlem bu geleneğin İbrahim ve İsmail (a.s.) dönemlerinde de var olması muhtemel olan İtikaf ibâdetinin bir süreği olduğunu düşünebiliriz.

İşte, Mekke cahiliye toplumu içinde yaşayan fakat bu toplumla inanç-düşünce, duygu ve yaşayış olarak barışık olmayan Muhammed b. Abdullah da, şaşırmış bir halde bulunduğu[1], iman nedir kitab nedir bilmediği[2] bir haldeyken 35 yaşından sonra daha da artan arayış sürecinde Hira’yı sıkça mekân tutar olmuştu.

Milâdi 601 yılı Ramazan ayında, yine Hira’da, yeryüzünde Allah’a ibâdet için inşa olunan ilk mescid olan[3] Kâbe’ye dönük olan o mağarada tefekkür ve ibâdet üzere bulunduğu bir gece vakti, Rabbimizin hidâyet rehberi olarak ona ve onun aracılığıyla tüm insanlara bir öğüt ve hidâyet rehberi olarak inzal buyurmaya başladığı Kur’an vahyinin ilk ayetleriyle muhatap olmuştu. Ve ilk ayet “İkra/Oku! Yaratan Rabbinin adıyla” (Alak, 96/1) emr-i İlahisini içeriyordu. Yaratan, yaşatan ve terbiye eden/emreden Yüce Rabbimizin insanlar için açtığı bu son parantezin başlangıç noktasını işte bu emir oluşturuyordu: “İkra/Oku!”

Sonraki gün, ay ve yıllarda Rasulullah (a.s.)’a inzal olmaya devam eden ayet ve surelerde de, neyin ve nasıl okunacağı ve bu okumanın hayata ve mücâdeleye nasıl yansıtılacağı öğretildi. Okunacak olan belliydi: Rabbimizin Rasulü’ne ağır bir söz[4] olarak vahyetmeye başladığı hidâyet rehberi Kitab-ı Kerim. O okunacaktı, zira Hesap Günü sorgu ondan yapılacaktı.[5] İşte o çetin Hesap Günü insana şöyle seslenilecektir: “İkra kitabek/Oku kitabını”. Yani, bizatihi yapıp ettiklerinle kendin doldurduğun, satır satır amellerinle yazdığın amel defterini oku…

"Oku kitabını! Bugün sen hesap görücü olarak kendine yetersin." (İsrâ, 17/14)

Demek ki Kur’an’a göre insan için hayat, iki “İkra/Oku” emri arası bir süreçtir. İlk “Oku” emrine ittiba ederek teori ve pratikte onun gereklerini yerine getirenler, Hesap Günü yüzlerini ak edecek bir amel defteriyle/kitapla karşılaşarak Rabbimizin Kur’an’da onca ayet-i kerimede müjdelediği bir akibetle sevinecekler, bu emre ittiba etmeyip kendilerine zulmederek Kitab’a göre değil de Kitab’a rağmen bir hayat üzere yaşayıp Rablerine öylece dönenler ise Hesap Günü “İkra kitabek/Oku kitabını” hitabıyla karşılaştıklarında büyük bir mahcubiyet ve pişmanlık yaşayacak ve fakat bu pişmanlığı telafi imkânı da bulamayacaklardır.

Kitab’ı Hakkıyla/Gerektiği Gibi Okumak

Bir önceki makalemizde, Müslüman olmanın öncelikle ümmilikten kurtulup Kitabiliğe yönelmeyi gerektirdiğini, iman ve itaatin emaniyyeye/kuruntulara değil Rabbimizden gelen ilme (Kitab’a) dayalı olması gerektiğini ifade etmeye çalışmıştık. Bu çerçevede Yüce Rabbimizin, Kitab bilgisine dayanmayan, dolayısıyla da kuruntular ve zanların belirleyici olduğu bir din algısını makbul görmediğini,[6] iman ve itaatin sahih bilgiye/ilme dayalı olmasını şart koştuğunu[7] hatırlatmıştık.

İşte bu temel Rabbani ilkeden dolayıdır ki, Kur’an vahyinin insanlığa yönelik ilk emri “İkra/Oku” olmuştur. Bu emri takip eden diğer ilk ayetler ve sûrelerde de okumaya, yazmaya ve öğrenmeye güçlü vurgular yapılmış, böylelikle insanların Rableriyle yapacakları akidleşmenin temeli bilgi ve bilinç üzere inşa olunmuştur. Nitekim bu temellendirmenin neticesi olarak, Allah Rasulü (a.s.) ve arkadaşlarınca onca çile ve ızdırapla teşekkül edilen gerek Mekke’deki ilk Kur’an nesli, gerekse Medine’deki İslam toplumu tam anlamıyla bir ilim toplumu niteliği taşımıştır. Neye niçin inandığını ve neyi niçin yaptığını bilen bir toplum…

Yüce Rabbimiz bizlere ilk emir olarak okumayı emrettiği gibi, sair ayetlerde neyi, niçin ve nasıl okumamız gerektiğini de bildirmiştir. Buna göre, okuma eyleminin merkezinde her daim Rabbimizin Kitab-ı Kerim’i bulunacaktır. Rabbiyle iman ve itaat akdi gerçekleştiren her insan, doğal olarak vahyin talebesi olmuştur artık. Vahyi okuyacak ve vahiyle hayatı, dünyayı, geçmişi, bugünü ve geleceği okumaya gayret gösterecektir.

İlk emri “Oku” olan Kitab-ı Kerim, hemen ardından çerçevesini ve usulünü de belirleyerek iman edenlere yönelik sıkı bir okuma-öğrenme programı belirlemiştir. İlk vahiyler arasında yer alan Müzzemmil Sûresi, mü’minler için geceyi adeta bir okul olarak düzenlemiştir. Gecenin önemli bir kısmı ayakta kalınacak ve tertil üzere, yani tane tane, mesajlarını anlamayıp kavramaya ve hayatla bağını kurmaya gayret göstererek Kur’an okunacaktı:

“Ey ağır yük yüklenen! Az bir kısmı dışında geceleyin kalk. Yarısı kadar. Yahut bundan biraz eksilt. Yahut bunu artır ve Kur'an'ı sindire sindire, tane tane oku. Doğrusu biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız. Gerçekten gece kalkışı etki bakımından daha kuvvetli ve okuma bakımından da daha sağlamdır.” (Müzzemmil, 73/1-6)

Mü’minler öncelikle ve sistematik şekilde Kur’an’ı ve bunun neticesinde de her şeyi Kur’an’la okumalıydı, zira o eşsiz hayat kılavuzuydu, insanları cahiliye karanlıklarından Rabbani aydınlığa çıkaracak yegâne yol haritasıydı. Dirileri uyarmak, insanlar ve toplumlar için hidayet ve rahmet olmak, kalplerdeki şirk, nifak, fısk gibi hastalıklara şifa olmak üzere inzal buyurulmuştu. O, her şeyin kendisiyle ölçüp biçileceği temel ölçü, hakla bâtılı kesin olarak ayırt eden furkân, adâletin şaşmaz ölçülerini vazeden mizan terazisi, hiçbir düşünce, inanç ve iddianın onun önüne geçirilemeyeceği, doğruların ancak onunla belirleneceği imamdı. Apaçıktı, kolaylaştırılmıştı, açık belgeydi, insanlar için öğüttü, hatırlatmaydı, insanlar cahiliye sellerinde sürüklenmekten ona sarılarak kurtulsunlar diye bahşedilen hablullah/Allah’ın ipi idi. Bu itibarla, ona iman ettiğini ifade eden insanlar onu hakkıyla, gerektiği gibi, yani Rabbimiz onu niçin ve nasıl okumamızı istiyorsa öyle okumalıydılar:

“Kendilerine verdiğimiz Kitabı hakkıyla/gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim onu inkâr ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/121)

Evet, ona iman edenler ancak onu hakkıyla/gerektiği gibi okuyanlar olabilir. Kendilerini bu Kitab’a nisbet etmekle birlikte onu okumayanlar veya hakkıyla değil de vahyin inzal amaçları içinde olmayan bid’at okuma biçimlerine yönelenler nasıl ona iman etmiş olabilirler ki? İnsanın, hakkında bilgi/ilim sahibi olmadığı bir şeye iman ettiği iddiasında bulunması tutarlı ve sahih bir iddia olamaz. İmanın ilk şartı; Kitab nedir, iman nedir bilmektir.

Kur’an’ın hakkıyla okunması konusunda Rabbimiz birçok ölçü, usul ve bunlara dair kavramlar bildirmiştir. İlk neslin hayatında da biz bu ölçü ve usullerin pratiklerini görmekteyiz. Bu bağlamda başta tertil ile, sindire sindire okumak, teorik bir bilgilenme gayesi ile değil hayatla bağ kurmak ve pratiğe aktarmak gayesiyle okumak olmak üzere, tezekkür, tedebbür, tefekkür kavramlarıyla ifade edilen Kur’an’ı anlama ve onunla hayat arasında doğru bağları kurmaya dayalı aklî mücâhedeler hep Kur’an’ın hakkıyla okunmasına dair hususlardır.

Mesela, Kitab’ı onunla amel etmek için değil de bilgi biriktirmek için okuyanların durumunu Rabbimiz, Cuma Sûresi 5. ayet-i kerimede şöyle nitelemektedir:

“Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların (onun hükümlerine göre hareket etmeyenlerin) durumu kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan topluluğun durumu ne kötüdür. Allah, zalimler topluluğunu doğru yola eriştirmez.” (Cuma, 62/5)

Abdullah ibn Mesud’dan aktarılan “Rasulullah bize Kur'an’dan on ayet öğretirdi. Biz bu ayetlerdeki amel ile ilgili hususları öğrenmedikçe ve onlarla amel etmedikçe başka ayetlere geçmezdik. Böylelikle Rasulullah, bizlere hem Kur'an'ı ve hem de onunla amel etmeyi birlikte öğretirdi" mealindeki Taberi rivayeti, Kur’an’ın hakkıyla okunması konusundaki önemli bir ölçüyü ifade etmektedir.

Kur’an’ın hakkıyla okunması farziyetine ittiba konusunda günümüzde ciddi sorunların varlığı bilinmektedir. Bir taraftan geçmişten bu yana sürdürülen geleneksel bid’at okuma biçimleri yaygınlığını korurken, diğer taraftan da modern bid’atlar olarak nevzuhur okuma biçimleri peydah edilmekte, özellikle de Batı’da muharref İnciller’i makulleştirmek üzere üretilmiş olan hermönetik, tarihselcilik, tarih üstücülük, bilimsel okuma, rölativizm gibi yaklaşımlarla Kur’an’a yaklaşma sapması kendini göstermektedir. Bu bağlamda Kur’an’ı mümince değil de akademik bir kimlik ve yönelimle, akademik gayelerle okuma sorunu da yaygın durumdadır.

Geleneksel bid’at okuma biçimleri olarak; Kur’an’ı inzal gayelerinden kopararak, onu anlamaya ve hayatla bağını kurmaya yönelik olarak tertil ile, tedebbür, tezekkür ve tefekkür üzere okumak yerine, anlama ve hayatla bağ kurma gayesi gütmeden salt sevap kazanma, ölülere sevap gönderme (!), hatim kampanyalarına hatim yetiştirme, ölüler için okuma gibi tarihsel süreçlerden bugüne devam eden sapmaları kast ediyoruz. Ne var ki bugün için asıl yıkıcı ve etkili sorun olarak, Kitab-ı Kerim’i kendisine yeryüzünün rabbi ve ilahı konumu biçmiş olan modern Batı aklıyla algılamaya ve değerlendirmeye çalışan ve bu sebeple de o aklı Kur’an’a değil Kur’an’ı o akla tâbi kılmaya gayret eden modern bid’at okuma biçimleri üzerinde durmak gerekir. İnşallah bir sonraki yazımızda söz konusu modern bid’at okuma biçimlerine değinmeye çalışalım.

Kitab’ı Hakkıyla Okuyanların ve Okumayanların Akibeti

Kur’an’dan öğrendiğimiz üzere hayatın iki “İkra/Oku” emri arası bir süreç olduğunu belirttik ya, işte ilk “Oku” emrine ittiba ederek Kitabullah’ı hakkıyla, onu inzal buyuran Yüce Rabbimizin, Kitab’ın niçin ve nasıl okunması gerektiği ile ilgili ölçüleri çerçevesinde gereğince okuyanlar, insanların ancak dünyada yapıp ettikleriyle yargılanacakları o çetin Hesap Günü’nde amel defterlerini sevinçle karşılarken; diğer tarafta dünyada iken Kitab’ı okuma ve dolayısıyla hayatı onunla okuma ve yaşama sınavını geçemeyenler o gün amel defterleriyle karşılaştıklarında büyük bir pişmanlık ve hüsran yaşayacaklardır.

Yüce Rabbimiz bu tabloyu bize şöyle aktarmaktadır:

“O gün (hesab için) arz olunursunuz. Sizden hiçbir sır gizli kalmaz. Artık kimin kitabı sağından verilirse der ki: Alın, kitabımı okuyun. Çünkü ben hesabımla karşılaşacağımı anlamıştım. Artık o hoşnut(luk verici) bir hayat içindedir. Yüksek bir cennette. Devşirilecek meyveleri pek yakındır. Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık afiyetle yeyin ve için. Kimin de kitabı solundan verilirse o da der ki: Keşke bana kitabım verilmeseydi. Hesabımın da ne olduğunu bilmeseydim. Keşke o (ölüm) her şeye son verseydi.” (Hâkka, 69/18-27)

“Ey insan! Muhakkak ki sen hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın, sonunda O'na varacaksın. Kime kitabı sağından verilirse, Hesabı çok kolay bir şekilde görülecek, Ve sevinçli olarak ailesine dönecektir. Fakat kime kitabı arkasından verilirse, O da helak (yok olmay)ı çağıracaktır.” (İnşikâk, 84/6-11)

“İkra/Oku” emrine ittiba ederek Kitabı hakkıyla/gereği gibi okuyanlar ve dolayısıyla hayatı Kitab’la anlamlandıran, Kitab’ın rehberliğinde algılayıp yaşayanlar nihayetinde dünyada yapıp-ettiklerinin karşılığı olarak Cennet kapılarında melekler tarafından “Selam” nidâlarıyla karşılanacak[8], Cennette de hem birbirlerini selamlayacak[9], hem de Rabbimizin selam sözüyle müşerref olacaklardır.[10]

“Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: Bizi buna ulaştıran Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi doğruyu bulamazdık. Andolsun Rabbimizin elçileri hak ile geldiler. Onlara: İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir diye seslenilecektir.” (A’râf, 7/43)

Buna karşılık “Oku” emr-i İlahisine ittiba etmeyen ve dolayısıyla da hayatı Kitab-ı Kerim’in belirlediği çerçevede algılayıp yaşamayan insanlar, Hesap Günü dünyada yapıp ettiklerinin kayıtlarından müteşekkil olan kitaplarını/amel defterlerini ne yazık ki pişmanlık ve hüsran içinde okumak zorunda kalacaklar ve netice olarak da Cehennem cezasına müstahak olacaklardır. Cenneti hak edenler selam nidâlarıyla karşılanırken, onlar meleklerin ve mü’minlerin kınamalarına muhatap olacaklar ve pişmanlıklarını şu şekilde dile getireceklerdir:

“(İşte o zaman insan:) Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim der.” (Fecr, 89/24)

Evet, iki “İkra/Oku” emri arasından ibaret olan, imtihan için var edilmiş[11] emanet bir hayat yaşıyoruz. Hayatı bu emanet ve imtihan bilinciyle algıladığımız ve Hesap Günü kendisinden sorguya çekileceğimiz Kitab-ı Kerim’i hakkıyla okuyup onunla düşünüp, onunla yaşayıp, onunla hayatı ve dünyayı inşa etmeye çabaladığımız takdirde inşallah imtihanı kazananlardan olacağız. Bu Rabbimizin mutlak vaadidir. Yeter ki bizler tıpkı bizim için en güzel örnek olan Rasulullah (a.s.) ve onun yetiştirdiği ilk Kur’an nesli gibi Kitab’a sımsıkı sarılalım, onu mehcur bırakanlardan olmaktan sakınalım.


[1] “Rabbin seni şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?” (Duhâ, 93/7)

[2] “Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.” (Şûrâ, 42/52)

[3] “Şüphesiz ki âlemlere mübârek ve hidâyet kaynağı olarak, insanlar için kurulan ilk ev (mâbed) Mekke'deki (Kâbe)dir.” (Âl-i İmrân, 3/96)

[4] “Şüphesiz biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz.” (Müzzemmil, 73/5)

[5] “Ve şüphesiz o Kur'an, sen ve toplumun için bir öğüttür. Yakında ondan sorulacaksınız.” (Zuhruf, 43/44)

[6] “Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler, bütün bildikleri emaniyyeden/kuruntulardan ibarettir ve onlar yalnızca zannederler.” (Bakara, 2/78)

[7] “Hakkında ilim/bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardına düşme. Şüphesiz kulak, göz ve kalb; bunların tümü ondan sorumludur.”(İsra, 17/36)

[8] “Sabretmenize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir.” (Ra’d, 13/24)

“O mü’minler, meleklerin ‘Size selam olsun. Yapmış olduğunuz işlere karşılık cennete girin’ diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir.” (Nahl, 16/32)

[9] “İman edip Salih amel işleyenler Rablerinin izniyle içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri söz selamdır.” (İbrahim, 14/23) 

[10] “Rahîm olan Rabb'den onlara bir de söz ile selam vardır.” (Yâsîn, 36/58)

[11] “Hanginizin amelinin daha güzel olduğu konusunda sizi denemek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. O yücedir, bağışlayandır.” (Mülk, 67/2)

(Not: Bu makale, İktibas Dergisi'nin Ocak 2018 sayısında yayınlanmıştır)

YORUMLAR
  • Uğur Berk   20-01-2018 00:24

    Kur'an'ın ilk emrini yerine getirmekten aciz insanlar dindar olduklarını iddia edebiliyorlar bu ülkede. İslam'ın şartı ;Kur'an'ı okuyup anlamak ve Kur'an'ın doğrultusunda iman ederek hayatını Kuran'a göre tanzim etmektir.

Diğer Yazıları

Makaleler

Hava Durumu


VAN